Her şey bir minibüs yolculuğunda başladı. İş gereği Yenibosna’ya gitmem gerekiyordu. Yenibosna sıklıkla gittiğim bir semt değil. Ben Kadıköy’ün çocuğuyum. İşim düşmedikçe Bakırköy’e bile gitmeyen biri olarak Topkapı’dan ötesi benim için tam deplasman. İşte o gün Şirinevler’den Yenibosna minibüsüne binmiş sıkılıyordum. Minibüs ağzına kadar
doluydu ve nedense ayaktakilerin yarısı bana bakıyordu. Deplasman böyledir işte, oraya ait olmadığınızı gözünüze sokarlar. Bense arka dörtlünün dibine sığışmış yanımda tespih çevirip duran yeniyetmeye uyuz olarak bir taraftan kulağıma tecavüz eden müziğe kayıtsız kalmaya çalışıyordum. Yanımda okuyacak tek şey Greil Marcus’un “Ruj Lekesi”
olduğundan (en hazırlanmış okuma ortamlarında bile insanın beynini kanatacak cümleler içerir bu kitap) dışarıyı seyretmekten ve acaba buralar nereler diye etrafa bakınmaktan başka çarem kalmamıştı. Bu sefer de her şeyi okumaya başladım. Tabelaları, sokak isimlerini, plakaları her şeyi. Ömür denen yolun şairin dediği yarısını geçmiş ve artık hatırlama problemleri yaşayan biri olduğum için bunu yapmamaya çalışıyorum uzun
zamandır. Ama çaresizce her şeyi okumaya ve hard-disc’imin byte’larını hiçbir işime yaramayacak bir sürü bilgiyle doldurmaya devam ettim bir süre.
Neden sonra bir fikir geldi aklıma. Bir şerit gidiş, bir şerit geliş caddeyi takip eden güzergahımızın tam ortasına, asfalta bakmaya başladım. Burada okuyacak bir şey yoktu. Mazot ve yağ lekelerinin, çukurların ritmini bozduğu bu grilik beyin hücrelerimi kurtarabilirdi. Gri dokuyu izleme sürecimin hemen ardından bir çınar yaprağı görüş alanıma girdi ve beyinsel kısa filmim bir sanat eserine döndü. Bir selpak, bir yaprak, bir
yağ lekesi derken bir kırmızılık hasıl oldu dokunun üzerinde. Anlamadım önce. Yüz metre geçmeden bir kırmızılık daha girince vizöre bu sefer anladım. Bu bir Marlboro paketiydi. Anında bir Marlboro paketi daha görünce kısa film projesi sokaktaki Marlboro paketlerini sayma projesine dönüştü. Asfaltın ortasına değil görebileceğim her yere bakıyor ve Marlboro paketi arıyordum artık. Siz hiç böyle oyunlar oynamaz mısınız yol
bitmek bilmeyince? Üç harfli plakalardan sözcük üretme, vosvos sayma, tam karşında oturan kişinin hayat hikayesini yazma, benim böyle çok oyunum vardır. Her neyse sonucu açıklıyorum: yirmi dakika sonra Yenibosna son durakta indiğimde 18 adet Marlboro, 7 adet Parliament, 13 adet L&M, 2 tane Winston, 1 More, 1 Muratti, 5 kadar paketini bile tanıyamadığım, en ucuzundan ama yerli malı olmayan sigara gördüm.
İmalathaneler, fabrikalar ve türlü meskenler arasında 500 metre yürüyerek işimi göreceğim yere giderken paket saymaya devam ettim. Bu kadar mesafede 5 Marlboro, 1 Parliament ve 3 L&M paketi daha görmek iyice ilgimi çekti. 2 adet 2001 paketini de böyle görmüş oldum.
Ortalıkta bu kadar çok sigara paketi olması gerçekten ilginç bir durumdu. Hele bu paketlerin yarısından fazlasının en pahalı sigara paketleri olması daha ilginçti. Dönüş yolunda artık hava kararmış olduğu, gittiğim yerdeki birileri beni arabayla Bakırköy’e bırakacağı, işte efendim arabada bir sosyalleşme olduğu ve muhabbet edildiği gibi bilimum sebepten sigara paketlerini sayamadım. Ama deniz otobüsüne binip muhitime
doğru yola çıkar çıkmaz konu tekrar aklıma geldi. Beraberinde bir çok düşünce ile. Düştüm ben de bu düşüncelerin peşine. İlk bulgular:
- Yenibosna civarında yaşayan, çalışan ya da iş gereği buraya gidenlerin
sokakların temizliğiyle ilgilendikleri falan yok. - Gördüğüm paketlerin büyük çoğunluğu yol üstündeydi. Özellikle trafik ışıklarının olduğu yerlerde. Buradan paketlerin bir araç içerisinde seyir halindeyken atıldığı düşünülebilir. Bu da şu ya da bu şekilde paketleri atanların orta halli sayılabileceklerini gösterir. Ki bu da bu kadar çok Marlboro paketi olmasıyla örtüşüyor.
- Marlboro konusu çok daha ilginç. Küçük istatiğimde paketlerin çoğunluğunun Marlboro olmasının manidarlığı kadar ikinci sırada aynı firmanın bir derece ucuz markasının yer alması da ilgi çekici. Sonuçta JTI firmasına ait sigara paketlerinin sokaklarda görülmemesinin (görülenler standart sapma olacak ve ihmal edilecek kadar az), bunun yanında Philip Morris’e ait markaların paketlerinin muhitin çevre
düzenlemesinde özel bir yeri olmasının bir nedeni olmalı. - Özellikle Marlboro’dan vazgeçemeyen kişilerin olması yanında bu marka aynı zamanda bir sınıf göstergesi olarak da kullanılıyor. Birinin “Ben de zenginim, benim de arabam var, ben Marlboro içerim,” cümlelerini kurduğunu düşündüm bir anlığına. Philip Morris ve onun Ku Klux Klan ilişkilerini bildiğimden hiç itibar etmediğim bir marka olan Marlboro ile ilgili bir önyargım olabilir ama bana hep bu sigara sonradan görmelerin sigarası gibi gelmiştir.
- Ben de teker teker çıkarıyorum baklaları ağzımdan, farkındayım, ama bu noktada yolculuğum sırasında genellikle son model arabalar gördüğümü de hatırlıyorum.
- Normal bir sigara tiryakisinin günlük sigara tüketimini bir paket olarak almak mantıklı. Bu tiryaki Marlboro kullanıcısıysa ayda yaklaşık 130 YTL sigara parası ödüyor. Askari ücretli bir çalışanın harcı değil yani bu sigarayı içmek. Bir alt fiyat grubundan marka seçimi olan bir tiryaki de ayda yaklaşık 100 YTL ödüyor. Demek ki Yenibosna civarında bir işyeri sahibiysen Marlboro içersin. Ustabaşı, formen, muhabeci vb. bir pozisyonda çalışıyorsan patronun markasını taklit eder ama paran yetmediği için bir alt modeli tercih edersin. Düz işçiysen ve yine de
günde bir paket sigara içecek kadar tiryakiysen en ucuzu neyse onu içersin. - Her koşulda etrafta çöp kutusu var mıdır diye bakınmaz paketi yere fırlatırsın.
İnsanların benim hakkımda yaptığı genellemeleri yanlış çıkarmak konusunda istikrarlı bir birey olarak genellemelerden hoşlanmam. Dolayısıyla yirmi dakikalık deniz otobüsü yolculuğum sırasında yaptığım bu genellemelerden de hiç hoşlanmadım. İnsanları sınıflara ayırmak, haklarında ahkam kesmek, ileri geri konuşmak… Bunlar ulaşım
kolaylığı bir yana deniz otobüsü denen kutuya tıkılmış olmanın sonuçları. Cam kenarında olsan bile bir şey göremiyorsun (Cam kenarında da değildim zaten). Karabatak falan sayamayacağımdan ve önümde oturanın saçınının üst kısmına bakarak karakter analizi yapma oyunu oynayamayacağımdan oturup bunları kurdum. Ama eve geldiğimde bu araştırmayı bir de muhitimde gerçekleştirmek ve Yenibosna ahalisini
temize çıkartmak gibi bir gayem vardı artık.
Ertesi gün Kadıköy’de işim vardı. Yürüyerek gitmenin araştırmam için daha sağlıklı olacağına karar vererek yola çıktım. Kalamış’tan Kızıltoprak’a kadar tek bir sigara paketi göremedim. Stada yaklaştığımda üst üste iki trafik ışığında birer paket görebildim. Bir Monte Carlo, bir Marlboro. Stad civarında elde ettiğim veriler bu semt için bir veri teşkil etmez diye düşündüm sonra. Çünkü maç günleri buraya ellibin kişi geliyor İstanbul’un
dört bir tarafından. Stadı geçtikten sonra işler yine kesatlaştı. Kadıköy’e ulaştığımda sadece iki paket daha görebilmiştim. Bir Winston ve bir Victor. Altıyol’dan itibaren paket sayma işini bıraktım. Çünkü Fenerbahçe stadına bir maç günü gelenlerin yaklaşık yirmi katı sıradan bir Kadıköy gününde buraya geliyor türlü sebeplerle. Yine de ortalıkta çok daha az paket vardı. Kaldı ki bir aracın içinde değildim. Yürüyordum ve saymasam da
gözlerimi paket aramaktan alamıyordum.
Daha fazla veri toplamalıydım. Dört paketle muhit analizi yapılmaz. Ertesi gün aksi yönde yürüdüm. Mahalleden çıkmak üzereyken buruşturulmuş bir Salem paketi gördüm. Tam sevinecekken paketin bir konteynerin dibinde olduğunu farkettim. Belli ki konteynere atılmak istenmiş ama isabet kaydedilememişti. Bağdat Caddesi boyunca Erenköy’e kadar yürüdüm. Sonuç bir paket L&M, bir paket Winston, bir paket Muratti.
Sıkıldım ve eve döndüm. Ne demeli şimdi Kadıköy’ün haline. “Belediye maşallah çok iyi çalışıyor” mu? “Kadıköy ahalisinin çevre bilinci gelişmiş” mi? “Kadıköy’ün orta düzey gelir seviyesindeki sakinlerinin çevre bilinci daha az gelişmiş” mi? Ne demek gerektiğine ben karar vermeyeyim. Benim canım sıkılmıştı. Kadıköy’ün profilini çıkartamadığım için değil.
Ömrüm burada geçti. Bunun için sigara paketlerine ihtiyacım yok. Sıkılmıştım çünkü Yenibosnalılar hakkında ileri geri konuşmuştum ve Kadıköy beni haklı çıkartmıştı.
Birkaç gün sonra bir rakı gecesinde mezeler ve dubleler gırla giderken “Eeee, neler yapıyorsun?” diye sordu biri. Dedim “Sokaklara atılan sigara paketlerinden muhit profili çıkartmak üzerine bir yazı zırvalıyorum.” Ortam ve alkolün etkisiyle doğal olarak konu ilgisini çekti. Hikayeyi anlattım. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmem ama bir şehir
efsanesi anlattı. Marlboro ilk üretilmeye başladığında piyasa payı çok düşükmüş ve işler hiç iyi gitmiyormuş. Bir gün bir adam şirkete ortak olma koşuluyla bir ayda satışları üç katına çıkaracağını söyleyerek bir öneride bulunmuş. Ve bir gecede binlerce boş Marlboro paketi ezilip sokaklara atılmış. Ertesi sabah bütün sokakları dolduran paketler insanların merakını arttırmış. Bir ay sonra satışlar beş katına çıkmış. Bu kadar çok içildiğine göre iyi bir sigara olmalı diye düşünmüş insanlar. Bu sivri zekalı adamın adı da Philip Morris imiş.
Hikayenin doğru olduğuna inanmak işime geldi açıkçası. Belli ki Yenibosnalıları etkileyen olay buydu. Yoksa insan niye sokaklara sigara paketi atsın? Huzur içerisinde oyunlarla dolu dünyama geri dönüp muhit profili çıkartma işini huzurlarınızda konunun uzmanlarına bırakıyorum. Konunun uzmanlarına buradan bir de tavsiyede bulunmak isterim. Mazur görün, benim de bir deneyimim var malum. Sigara paketleri belki de
doğru önerme alanı değil. Sigara izmaritlerine bakmak lazım. Buradan kesin bir şeyler çıkar.