Norah Jones dendiğinde aklımıza iyi şeyler gelmesinin nedenleri belli değil mi? İyi bir ses, iyi bir fizik, iyi hisler, “iyi” işte. Şarkıcı ve sözyazarının bu ay raflarda yerini alacak son albümü “Not Too Late”i geç olmadan edindik. Sizin için dinledik. İyi mi ettik, görelim bakalım.


Hani olasıdır belki, bilmeyen vardır, önce evveliyatını biraz anlatalım Norah Jones fenomeninin. Onu ilk gördüğümde Wax Poetic ile birlikteydi. Pek ılık gözleri vardı. Hatta bir kez göz göze geldik. Ortam daha da ısınmıştı. Pardon, bu bizim evveliyatımız. Öhm, Norah Jones 2002 yılında çıkarttığı “Come Away With Me” albümüyle müzik dünyasında arz-ı endam ettiğinde olacaklara Arif Mardin dahil kimse pek ihtimal vermemişti. Ama albüm bir yıl gibi kısa bir sürede 30 milyonluk satış rakamına ulaşıp 2003 Grammy Ödülleri’nde neredeyse bütün ödülleri topladığında Norah Jones’un bu gittikçe kararan ve karmaşıklaşan dünyamızın aradığı sadelik ve ışık olarak yerküre üzerinde parlayan yeni bir yıldız olduğu resmiyet kazandı. Ardından 2004’te çıkan ve yine Arif Mardin’in elverdiği “Feels Like Home” ile Jones platin plaklarının sayısını katlayıp dünyaya bir güzellik daha armağan etmiş oldu. Hatta o ilk karşılaşmamızdan sonra kaybettiğim sıcaklığı “Sunrise” şarkısında ben bile hissettim. Kalbim ısındı yeniden bu billur sesli şarkıcıya. Sonra gelsin turneler, bir daha turneler, hep turneler.

En sonunda 30 Ocak tarihi itibariyle kimilerinin İran kedisine, kimilerinin pasifloraya, kimilerinin işte kendilerini rahatlatan ne varsa ona benzettiği Norah Jones üçüncü albümüyle yeniden aramızda (bir EP ve bir de konser albümü de var tabii). Varsın Ravi Shankar yüz vermesin, Jones sevenlerini, dostlarını etrafına toplamış ve eğlenmek için takılmışlar bu sefer.

Önceki albümlerinde Nick Drake’den Hank Williams’a kadar farklı türlerde sanatçıların şarkılarını da cover’layan Jones, bu sefer albümün tamamında sazı ve sözü eline almış. Tabii ki hem grup arkadaşı hem de albümün prodüktörü Lee Alexander’ın dokunuşlarıyla. Dolayısıyla daha kişisel bir albüm olmuş bu. Ne açıdan? Ben pek anlayamadım. Bültende öyle yazıyor. Bunun için bültene güvenmeyip albümü dinlemek gerekti. Ben de öyle yaptım.

Albümü ilk dinleyişim bir Ocak öğleden sonrası, Vapurun kıçında, sigaram elimde, çay bardağı diğer elimde, -Tuzla Organize Sanayi Bölgesi’nde bir fabrikada çalışan güvenlik görevlisinin bile havadan sudan konuşmak için cümleye başlarken kullandığı “küresel ısınma” konseptine gayet uygun- şaşırtıcı bir güneş altında iliklerimi ısıtırken gerçekleşti. Zaten albümün tamamını dinlemek için bunun gibi uygun atmosferler düşünsek bir diğer olası ve favori ortam da camın önündeki fiskos koltuklarda kucağınızda kedi, elinizde kahve (türüne siz karar verin), sehpanın üzerinde cookie’ler, bir dostla sohbet ederken ya da camdan dışarıyı seyrederken fonda çalması. Şaşırdık mı? Hayır. Bu kadın böyle, huzur veriyor.

Bu “buğulu ses” kavramına da bir açıklık getirmek gerekiyor. Buğu dediğin camın üzerinde olur. Ve camın arkasını görmeni zorlaştırır. Norah Jones’un sesini tarif etmek içinse lafı biraz dolandırmak pahasına şu söylenebilir: Telsizle konuşurken, birisi iletişiminde sorun olup olmadığını anlamak için “Cihaz kontrol,” diye bir anons geçer. Bu anonsu duyduğunuzda iletişimde ve duyduğunuz seste bir sorun yoksa siz de cevaben “Açık ve net,” dersiniz. İşte Norah Jones’un sesinin tarifi. Ne buğu var, ne çatlama, ne parazit, ne ağda. Doğrudan, kolayca anlaşılan ve içinize girmekte gayet teklifsiz davranan bir ses.

Peki albüm nasıl? İlk söylemek istediğim söz bu mu diye tekrar düşündüm şimdi, ama evet bu, bu nasıl bir giden sevgilidir ki üç albüm geçti hâlâ geri gelmedi? Yazık değil mi bu kadına? O ülke senin, bu ülke benim dolaşıyor, hayranları için New York’undan ayrı kalıyor, yanında beste yapabilmek için -taşıması daha kolay olduğundan- piyanosu değil gitarı var, bir taraftan da Avustralya’nın yazından Şangay’ın pusuna geçiyor, ama hâlâ adam yok ortada. Bilemiyorum, anlıyorum da bir taraftan, melekler de dertli olabilir. İşin güzel tarafı, bizim meleğimiz kendi derdini, iç dünyasını kimseye yük vermeden, kimseye yüklemeden, bütün doğallığı ile dışavuruyor. Bu dışavurum başkalarının deneyimine denk gelecek yine. Ve Norah Jones sevenler yine çok sevecekler bu albümü.

İşte güneş parıldıyormuş ama onun soğuk ellerini ısıtacak bir el yokmuş. Çok afedersiniz, Ocak güneşi altında ısınıyor olmama rağmen konunun benim ellerimin hiç üşümemesiyle alâkası yok. Ben bu adamın gidip de gelmediğine de inanmıyorum. Senenin 2007 olması nedeniyle bir beyaz atlı prens durumu da söz konusu değil bence. Burada bir obsesyon var. Holywood’a uygun bir evin küçük çocuğunun hayali arkadaşı vakasına benziyor Norah Jones’un ruh hali. Bilmiyorum, ben de 20 yaşında babamın dünyanın en ünlü sitar virtüözü olduğunu öğrensem ve onca yılı babasız geçirsem benim de içim de doldurmak istediğim bir boşluk olurdu herhalde. İşte o boşluk bu hayali sevgiliyle doluyor gibi geliyor bana. İşin psikolojisi bir tarafa (ki ben bile cüretkar buldum kendimi bu yazıda) Norah Jones’un işini nasıl yaptığına, müziğine ve konumuza yani “Not Too Late” albümüne geri dönersek, melek olanın kendisinin de söylediği gibi kendi yazdığı bu şarkılarda çok daha kişisel konulara girdiği için albümün sözlerinin bir melek tanımak için faydalı olduğu söylenebilir. Müzikal olarak ise piyanosuz bir şarkı bile olmasına rağmen albüm farklı bir sound içermiyor. Fakat ne olduğunu anlamadan bitmesi bile –henüz dört kez dinledim ama hep aynı şey oldu- savımı destekliyor. Norah Jones kendi iç dünyasından ya da dış dünyanın kendi içseline yaptığı etkilerden bahsederken biz fanilere hiçbir sorumluluk yüklemeden ve işin güzeli kendimizi iyi hissetmemizi sağlayarak iyi bildiği bir işi tekrarlıyor, huzur veriyor.

Albümde ilk dinleyişimden son dinleyişime tek bir şarkı takıldı kaldı algı ağlarıma. O da zaten albümün tümünden farklı bir şarkı. Jones’un Tom Waits hayranlığı ve Lee Alexander’ın Kurt Weill’ımsı (bu nasıl bir sıfat acaba, bir de böyle mi yazılır ki?) dokunuşlarıyla “Sinkin’ Soon”. Fakat insan böyle bir müzik dinlerken sormadan edemiyor kendine, bu kadar pürüzsüz bir ses oldu mu şimdi? Tamam şarkının havasını verebilmek için gidip hep beraber içmişler ve onlara göre sarhoş bir denizci gibi söylenmiş şarkı falan ama sarhoş dediğin denizcinin romdan ve tütünden sesi beceriksiz bir moral çavuşunun elindeki borazan gibi çıkar. Bizim kızımız eli mahkum yine saten gibi söylüyor (Hakkını yemeyeyim, ipek değil, biraz daha sert, ama parlak. Hatta iki kadeh daha atsa tafta olurmuş, ki daha da iyi olurmuş). Yine de albümün en iyi şarkısı.

Albümde hiçbir sorun yok. Sorun eleştirmende. Ben size en sevdiğim Norah Jones şarkısını söyleyeyim de siz anlayın durumu. Çoğunluğun Faith No More’un solisti olarak bildiği proje makinası Mike Patton’ın insanı cümle içinde bir kez daha proje lafını geçirmek zorunda bırakan projesi (evet, üç oldu) Peeping Tom’da Norah Jones ile bir düeti var, “Sucker”. Ancak Mike Patton’ın aklına gelebilir zaten bir meleğe böyle bir şarkı söyletmek. Bakmayın bütün Starbucks’larda yeni Norah Jones albümünün de baş tacı edilecek olmasına. Aslında bir Pazar sabahı Burgaz Ada’nın keyiflli café’lerinden birinde Türkçe’si uzuuuun kahvaltı olan o huzur anında fonda çalmasını tercih edeceğiniz bir sese sahip olan meleğimizin, ağıza alınmayacak küfürleri peş peşe sıraladığı bu kısacık şarkının bünyede yarattığı tepki, eleştirmenin saplantısıdır. Dünya Norah Jones’un sesinin verdiği huzura ihtiyaç duysa da, gerçek olan bir meleğin bile içinde kötülük bulunmasıdır. Her şey olacağına varır. Jones bir şeyleri değiştirmek için “Not Too Late” dese de, değişim salt iyinin ve kusursuzun çabasıyla olmaz. Kir gerekir. Hank Williams’ın şarkısını cover’layablirsin. Ama Hank Williams’ın dediği gibi “Country söyleyebilmek için burnuna kadar sığır pisliğine bulanman gerekir”.

Uzun lafın kısası –ahh, yine lafı uzatacağım, editörlerim hâlâ sevin beni, Norah Jones’un bahsettiği gibi sevin- kusursuz bir sound, kusursuz bir albüm. Mırıl mırıl bir huzur yumağı. Bütün günün yorgunluğu, bütün yaşamak zorunda olunanların pisliğine ilaç olarak yine bir Norah Jones albümü, yatmadan önce en azından bu albümü dinleyerek huzurlu bir uykuyu garanti ediyor. Yani dört dörtlük bir albüm. Sadece eleştirmeniniz beş üzerinden not veriyor. Size tatlı rüyalar.

Şubat 2007, Milliyet Sanat

👋🏼