Hakan Orman’ı, geçirdiği trafik kazasının ardından kaybettik. Memlekette kendi müziğini yapan, yapmak isteyen, bağımsız kalmak isteyen müzisyenler, bu kaybın büyüklüğünü çok daha iyi biliyorlar. Çünkü hemen hepsinin yolu Hakan’la kesişmiştir bir yerlerde ve Hakan’ı tanıyanlar bu kaybı daha iyi anlayabiliriler. Ama sadece bu da değil. Hakan, müzik piyasamızda dürüstlüğü, samimiyeti, alçak gönüllüğü ve bilgisiyle en önemli isimlerinden biriydi. Bence en önemlisi.
‘90’ların sonunda Piya isimli bir barın müzik direktörlüğünü yaparken tanışmıştık. Piya, kısa zamanda müzikal seçkisi ve duruşuyla Beyoğlu’ndaki yüzlerce mekân arasından sıyrıldı, derdi sadece müzik olanların buluşma yeri olarak. Hakan’la da en çok müzik konuşurduk zaten. Söz konusu müzik olunca, saatlerce konuşurdu. Ardından Piya kapandı, işler güçler derken irtibatımız kesildi bir süre. Bir karşılaşmamızda “Şahika’dayım, mutlaka gel,” dedi. Hiç gidemedim Şahika’ya, bilmiyorum. Ama herhalde bir tek ben bilmiyorum. Çünkü Şahika da zamanının en önemli mekânlarından oldu.
Peyote’nin Nevizade’ye taşınmasıyla Hakan da Peyote ailesine katıldı. Ki bence mükemmel bir buluşma oldu bu. Hakan da kendini buldu, Peyote de. Burada sanırım Peyote’yi anlatmak gerekmez, İstanbul’un en önemli eğlence mekânlarından biri. Ama Peyote’nin önemi canlı sahnesiyle kat be kat arttı. Kendi müziğini yapan grupların, hele daha yenilerse, sahne alabileceği yerlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, Peyote, sadece bu gruplara destek vererek, İstanbul’un gece hayatına yeni bir dinamik getirdi. Canlı müziği, cover gruplarının elinden aldı. Ve şimdi, trend buraya dönmüşken, Hakan’ın Peyote’deki varlığının değeri daha da ortaya çıkıyor. Eski Peyote’de de canlı müzik vardı, ama alt katında çalan müzik, terasında çalan müzik, bir de orta kattaki konserler derken Peyote, Peyote oldu. Hakan’ın Peyote’den bahsederken bir kere bile “ben” dediğini bilmem. ‘Biz’ idi onun öznesi. Bu “biz”, sadece Peyote ailesinin ferdlerini ifade etmiyordu. Başlı başına bir duruştu “biz”in içini dolduran. Hakan’ın (Peyote’nin) samimiyetine, müziğinin niteliğine inanmadığı herhangi bir grup/müzisyen, ağzıyla kuş tutsa, Peyote’de çalamazdı. Müziği, Peyote’de de çalınmazdı.
‘Cip mi alalım, albüm çıkaralım‘
Gel zaman, git zaman, Peyote –haklı olarak- aldı yürüdü. Yeni bir seviyeye geçti. Peyote Müzik olarak albümler çıkartmaya başladı. “Çok şükür para kazanıyoruz Tayfuncuğum, n’apalım, cip mi alalım? Albüm çıkartıyoruz işte,” diye anlatmıştı süreci. Tabii ki bu kadar basit değil. Ama Hakan, yaptıklarını anlatma ihtiyacı duymazdı. Sonuçta çoğu ellerinde büyümüş, müzikleri Peyote’de çala çala evrilmiş, gelişmiş, desteklenmiş grupların albümlerini çıkartmaya başladılar. Daha yolun da başındalar. Ama Proudpilot, Sakareller, DDR ve Ricochet, ilk albümlerini Peyote ile yapabilmiş oldular. Ayrıca, Replikas ve Nekropsi gibi iki büyük müzik grubumuz da, nihayetinde bir sürü seçenekleri varken, son albümlerini Peyote’den çıkartmayı seçtiler. Daha da gerisi gelecek. Albümler satıyor mu? Önemli mi? Önemli olan, bu albümleri Peyote’nin çıkartmış olmasıydı Hakan’a göre. (Tabii ki, o “bizim için..” diye kurmuştu cümleyi.)
En iyi hissettiği yer kabindi
Bir Cuma gecesi, Piya’yı kapatıp sevdiği insanların düğününe barı taşıyacak, gecenin hasılatını da geline takacak kadar eli açıktı. “Bu çalan ne?” diye sorulduğunda çıkarıp CD’yi hediye edecek kadar paylaşımcıydı. Kahvaltı etmeyi severdi, yemek pişirmeyi, rakısının yanında ekşi yeşil elmayı. “Resim yaparken rahatlıyorum,” derdi. Ama en çok, kabinin başına geçip müzik çalmayı severdi. Bana çoğu zaman zul gelir DJ’lik. Onun kendini en iyi hissettiği yerdi kabin. Nereden bulur çıkarırdı o grupları, o müzikleri? Ne çok öğrendik, ne çok dinledik sonra. Peyote dışında bir mekânda çalacağı zaman setine “Düşler Hayaller Masallar” adını verirdi. Ne güzel isim. Bir de müzikal düsturunu ifade eden “İletişimin samimî ve dürüst tınılarıyla donanmış her müzik kendi varlığını, insanların yaşanmış ve olgun ruhlarında anlamlandırır. Nitelik, müziğin ruhudur,” sözü var. Üstüne konuşacak başka bir şey kalmıyor zaten.
Hakan, dokunmayı severdi. Eliyle, koluyla konuşurdu. Sırtını sıvazlardı, yanağını okşardı insanların. Konuşma biraz hararetlensin, tartışmaya dönsün, elini karşısındakinin göğsüne koyar, okşardı. Sakinleştirirdi herkesi. Dokunduğu herkes hatırlayacak onu. Basit bir hata, küçücük bağımsız müzik alemimizin en büyük yangınını çıkarttı. Orman yandı.
18.06.2011 tarihinde Radikal Gazetesi Cumartesi Eki’nde yayımlanmıştır.