Geçen sayımızda hadiseyi çağdaş müziğin gelişiminde atonal müzik ve Webern’e kadar getirmiş ve Edgard Varèse’nin adını zikredecek kadar geliştirmiştik. Bu sayımızda Varèse ve onun ardıllarının elektronik müziğini anlatarak evrim sürecimizi bir 20 yıl daha ileri götüreceğiz.
1885’de doğan Varèse, aldığı klasik eğitime ve yöntemini reddederek gençliğinde dikkatleri üzerine çekmiştir. Varèse’nin müziğindeki en büyük fark, müziğin ana unsuru olarak sesi almasıdır. Çağdaşı müzisyenlerin yenilikçi çalışmalarıyla hiç ilgilenmeden, ensrtüman kullanımı, armoni, dizisellik gibi kavramları bir tarafa bırakıp sesi ve tını özelliklerini araştırarak geliştirdiği müziğinin yenilikçiliği, doğal olarak ilk eserlerinin neredeyse hiç anlaşılmaması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Gerçi tüm yaşamı anlaşılamamak üzerine kurulu olan Varèse, etrafındaki eleştirilerle hiç ilgilenmeden araştırmalarını sürdürmüştür. İlk dönem eserleri arasında Ionisation ve Integrales dikkat çekicidir. İlki vurmalı çalgılar, ikincisi tını araştırmaları üzerine yapıtlardır. I. Dünya Savaşı sonrası Amerika’ya göçen, iki savaş arasındaki dönemi müziğini icra edecek teknoloji mevcut olmadığı için eser vermeden geçiren Varèse, II. Dünya Savaşı sırasında manyetik bant üzerine kayıt yapma teknolojisinin gelişmesi üzerine yeniden bestelemeye başlar.
Bir parantez açıp Varase’nin yaptığı araştırma bestelerin neden bu kadar yenilikçi olduğunu ifade etmeye çalışalım. Schönberg ya da Webern’in çalışmaları ve araştırmaları bile müzik kuramı içerisinde öğretilebilir, okullarda öğrenilebilirken, Varèse’nin çalışmaları fizik biliminin sınırları içerisine giriyordu. Konservatuvarlarda halen sesbiliminin (akustik) incelenmeye değer bile bulunmadığı günümüzden bakacak olursak, Varèse’nin önemini biraz daha anlayabiliriz.

Kendi tabiriyle düzenlenmiş sesler (son organisé) adını verdiği müziği, yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ses getirmeye ve genç müzisyenler için yepyeni bir açılım olmaya başladı. Önce çalgılar ve manyetik bant için Deserts ve ardından 1958 Brüksel Fuarı için Philips firmasının siparişi olarak mimar Le Corbusier ile birlikte gerçekleştirdikleri Poem Electroniquè, Varèse’nin eserleri arasında zirveye ulaşmış olanlardır. Özellikle mimarlık-resim-müzik sanatlarının birleşimi olan Poem Electroniquè, 15 kanaldan stereofonik olarak gelen ses ve görüntü-ışık bileşimiyle bir başyapıttır.
Teknolojiye olan merakı ve yıkıcı yenilkleri kimi kaynaklarda kendisinin fütürist ve dadaist olarak tanımlanmasına neden olduysa da burada sadece elektronik müziğin babası olarak saydığımız Varèse için bakın İlhan Mimaroğlu ne diyor: “Hangi ortam için yazmış olursa olsun Varèse, bütün yapıtlarıyla, günündeki bestecilerin en önemlisi, en büyüğü, en güçlüsü durumundaydı.”1
Elektronik müzikçilere geçmeden önce yazının ikinci parantezini açarak, dünyadan kopuk soyut bir müzik yazısı olarak sürmekte olan yazımızı biraz o zamanın dünya ile ilişkilendirelim. Hiçbir sanat akımının kendi kendine ürememesi gibi, elektronik müzik de gökten zembille inmedi. Teknoloji ve modern fizik alanıdaki gelişmeler, kuantum fiziğinin icadı, dünya üzerinde iki büyük değişikliğe neden oldu. Birincisi atom bombasının bulunması ve Japonya’ya atılan bombalar sonrasında soğuk savaş günleri ve nükleer savaş tehdidi ile yetişen bir kuşak. Bu kuşağın psikolojisini gelecek sayılarımızda, 70’lere gelip özellikle punk, endüstriyel müzik gibi türlerin doğuşuna şahit olurken inceleyeceğiz. Bu yazıdaki konumuz olan elektronik müzik açısından bizi ilgilendiren değişim ise batının doğuyu keşfetmesidir.
Binyıllarca önce, zen diyerek, Budha diyerek, en el hak diyerek yaşamlar kurmuş, kültürler yaratmış, bizce en önemlisi müzik yaratmış uzak ve orta doğu kültürleri, binyıllar süren garipseme ve horgörme sonrası, modern fizikçiler atom altı parça boyutunda mevcut hiçbir fizik kuralı ile açıklayamadıkları bir rastlamsallık ve görelik keşfettiklerinde yavaş yavaş farkedilmeye başladıalr. Çünkü binyıllardır bu rastlamsallık ve görelik onların kültürlerinin –bizim için müziklerinin- bir parçasıydı. Kıta Avrupası’nın klasik müziğinin yıkılmaya başlamasıyla Descartes’in rasyonelizmi ve Newton’un klasik fiziğinin yıkılışının eş zamanlı olması gayet manidardır.
Dünya değişirken, fizik ve onunla beraber doğayı algılayış değişirken, müziğin bu değişime seyirci kalması beklenemezdi. Belki biraz sonra adlarını anacağımız ilk dönem elektronik müzisyenler için geçerli olmasa da sonrasında John Cage, Le Mount Young, Terry Riley, Philip Glass’tan başlayan, altmışlaradaki özgür caz hareketi ile süren, beat kuşağının saygı duruşundan sonra en ana akım topluluklar olan Beatles ve Rolling Stones’un bile dahil olduğu ve isimleri saymakla bitmeyecek bir furya, orta ve uzak doğu mistizmini ve müziğini keşfetti.
Gelelim elektronik müziğe. Elektronik müziğin tanımını, yine -türün dünya literatürüne geçmiş önemli besteci ve araştırmacılarından- İlhan Mimaroğlu’ndan alalım: “Genel anlamında elektronik müzik tanımı, her türlü elektronik gereçten yararlanarak besteleme ya da seslendirmenin bütün alanlarını kapsar. Bununla birlikte, manyetik şeridin gelişmesinden önce elektronik çalgılarla yapılan müziğin konumuzla ilgisi olmaması gerekir… Bu çalgılar, elektronik ortamda çalışan besteciler için gerçi ses kaynağıdırlar; ama bununla sunulan çalgı müziği, elektronik müzik değildir. Çünkü elektronik müzik bir besteleme ortamıdır. Bu ortama uygulanan sınırlı bir tanımla elektronik müzik yalnız elektronik ses üretme gereçlerinden yararlanarak gerçekleştirilen müziği anlatır.”2
İşte fizikte birbiri ardına yeni keşifler yapılırken, ikinci dünya savaşı sonrası çağdaş müzik için çok önemli bir gelişme daha gerçekleşti. Varèse’nin de çalışmalarının ivmesiyle hemen hemen eşzamanlı olarak üç stüdyo kuruldu ve bu üç stüdyo etrafında müzisyenler elektronik deneylere giriştiler. Köln Radyosu, Fransız Radyosu ve Kolombiya Üniversitesi Stüdyoları (daha sonra Columbia-Princeton Electronic Music Center adını almıştır) her biri kendince isimlendirdiği bir müzik üretmeye başladılar. Köln Batı Alman Radyosu (WDR) Karlheinz Stockhousen önderliğinde elektronische musik (elektronik müzik), Kolombiya Üniversitesi Vladimir Ussachevsky ve Otto Leuning önderliğinde tape music (manyetofon ya da bant müziği), Fransız Radyosu Pierre Schaeffer önderliğinde music concrète (soyut müzik) adını verdiler müziklerine.
İlerleyen yıllarda bu türler önemini yitirip elektronik müzik başlığı altında toplanmıştır. Çünkü zaten bu üç stüdyonun manyetik bant üzerinde gerçekleştirdikleri deneyler de yöntem olarak çok farklılık içermiyordu. Şöyleki: 1. Alınan seslerin yüksekliğini, bandın hızını yavaşlatarak ya da hızlandırarak değiştirmek, 2. Sesin çıkmasını sağlayan ilk darbeyi kesip atmak ve sesin yalnız gövdesinden yararlanmak, 3. Sesi tersten çalmak, 4. Seslerin armoniklerini süzmek ya da bunların büyüklük aralıklarını değiştirmek, 5. Yankılandırmak, elektronik müzikte temel olarak kullanılan yöntemlerdi.
Bu üç stüdyoya daha niceleri eklendi zamanla. Elektronik müzikteki deneyler ise yeni pek çok türe esin kaynağı oldular. Onlara paralel ve belki bazı bölümlerde aynı yollarda yürüyen bir dizi müzisyen ise (belki çok zorlarsak) Cage ekolünün devamı sayılabilecek eserler verdiler. Önümüzdeki sayıda Cage’den minimalizme uzanan yolculuğun izini süreceğiz.
Mayıs 2005, REC
👋🏼