David Bowie 9 Temmuz 1972 gecesi Londra Kraliyet Festival Konser Salonu’nda kıpkırmızı saçları, bir Acem halısına benzeyen yeşilli-kırmızılı desenli uzay kıyafeti ve yüksek topuklarıyla sahneye çıkıp, “Merhaba, ben Ziggy Stardust. Bunlar da Marslı örümcekler,” diyeli neredeyse otuzbeç yıl geçmiş. Müzik tarihinin en büyük şakası glam-rock o gece doğmadı, biraz daha evveliyatı var. Tavırlarıyla glam-rock’ın hâlâ itibar gören tek temsilcisi sayılabilecek Placebo’nun yeni albümü “Meds”i fırsat bilip bir de glam-rock’in öyküsünü anlatalım dedik.
Pek çok müzikal cinlik gibi glam-rock da İngilizlerin başının altından çıktı. Hikaye çok basit aslında. Beatles’ın ardından iflah olmaz bir yenilik ve çeşitlilik durumu yaşayan rock müzik ortamında, takvimler bindokuzyüzyetmişi gösterdiğinde, bir tür diğerlerinden biraz daha dominant hale gelmişti. Pink Floyd, King Crimson, Yes, Genesis, Jethro Tull gibi toplulukların önderliğinde progresif rock ya da senfonik rock’ın hakimiyetidir sözü edilen. Gelin görün ki eli gitar tutan her genç bunlar gibi sekiz, on, belki yirmi dakika sürecek şarkılar yapmak istemiyordu. Tamam, o devirde herkes böyle müzik yapmıyordu. Ama müziğin daha basit, daha eğlenceli, belki daha kolay yapılabileceğini düşünenler bir grup genç, rock’n’roll’un altın yıllarında olduğu gibi -hani bozukluğu juke-box’a atıp kızı dansa kaldırdığın zamanlar- bir müzik yapmayı tercih etti.
Garaj-rock’ın o yıllara duyduğu özlemden farklı olarak, glam-rock’ta eğlence unusuru öne çıkıyordu ilk başlarda. Eğlence anlayışı da cinsellik üzerine kurulmuştu. Ne yaptığının henüz farkında olmayan, daha doğrusu müzik endüstrisinin henüz farkederek metalaştırmadığı glam-rock grupları seks unsurunun ağır bastığı, üç dakikalık kolay tüketilir şarkılar üretmeye başladılar.
Burada önemli olan, türe adını verecek olan kıyafetleridir. Başta Gary Glitter (ki glam-rock’a glitter-rock diyenler de vardır ve iki sözcüğün anlamı da parıltılı, göz alıcı, çekici sözcükleriyle karşılık bulur dilimizde) olmak üzere, glam-rock icracıları bir tür o günlerin Elvis Presley ve Liberace’si karışımı kostümler giymeye başladılar. Geçmiş rock’n’roll yıldızlarının bir farsı sayılabilecek bu kıyafetler öyle abartılı ve dikkat çekiciydi ki, glamcilerin sektörün dikkatlerini üzerlerine çekmesi uzun sürmedi.
Müzik sektörünün glam-rock’ın yükselişinde rolü çoktur. Ama bu role geçmeden önce glam-rock üzerine birkaç cümle daha yazılmasında fayda var. Buraya kadar anlatılanlardan bu müziğin düz bir rock’n’roll formu izlenimi olduğu çok rahat çıkabilir. Fakat glam-rock müzikal olarak bu kadar da basit değildir. Devir Cubrick’in “Otomatik Portakal”ı çektiği, ademevladının aya ayakbastığı, çiçek çocuklarının cinsel devrimi tamamlayıp artık olağan cinsellikten sıkılmaya başladıkları bir dönemdir. Başta Marc Bolan’lı T. Rex ve Sweet olmak üzere, glamcilerin söylemi bir gençlik devrimi üzerineydi.
Devrim, devri geçmiş rock’n’roll şarkılarıyla yapılamayacağı için müzikal olarak daha güçlü bir ses seviyesi ve gösterişli bir sunum, yani sahne şovu gerekliydi. Bir glam olmak için sayılabilecek ilk üç sıfat; gösterişli, küstah ve hepsinden önemlisi yıldız olmaktı. Tamam, bu saydıklarımız müzikal sıfatlar değil. Hepsi görüntüyle ilgili. Ama zaten nasıl göründükleri dışında glamcilerin çok da ortak bir müzikal paydası yoktur. Örneklere bakalım: Alice Cooper’la David Bowie’nin aynı dönemlerde yaptıkları müzikler değil, yüzlerinda taşıdıkları makyaj eşittir denilebilir.
Ya da aynı grupta (Roxy Music) yer almalarına rağmen Brian Eno ve Bryan Ferry’nin müzikal anlayışı bile aynı değildir. Keza müzikal deha olan Eno’nun kıyafetleri, müziği götürdüğü yer ve egosu, müzik dünyasının en büyük karizmalarından Bryan Ferry’ye uymamış ve Roxy Music’in glam dönemi Eno’nun gruptan ayrılmasıyla kapanmıştır. Ya da Lou Reed’in Transformer dönemindeki yaptığı müzik ile aynı dönemde Queen’in yaptığı müzik hiç birbirine benzemez. Ama glam’dirler. Başka kimler o kıyafetleri giyip, o makyajları yapıp, o gözalıcı sahne şovlarına bulaşmamıştır ki o dönemde.
Şimdiye kadar ismi anılmayanları bir sıralamakta fayda var. Slade, Mud ve Suzie Quatro her daim glam olmuşlar ve glam devri kapanınca müzik hayatları bitmiştir. Kiss, Mott the Hoople, J.Geils Band, Iggy Pop & Stooges ve New York Dolls o yıllarda glam rüzgarına kapılmış ünlülerdendir. Sadece bu isimlerin yaptıkları müzikler düşünülünce bile glam-rock’ın müzikal özelliklerini ayrıştırmak zor. Özetle ardılı punk’a giden yolda rock müziğini içinde bulunduğu komplike ve epik halden, biraz daha sade ve gürültülü hale getirmiştir denilebilir sanırım.
Glam-rock’ın tavır olarak bir önemli özelliği daha vardır; androjenlik. Sahnede salınan bir glamcinin üzerindeki kıyafet ve makyajları içerisinde kendini cinsiyetsizleştirmeyi amaçladığı görülür. Ki amacına da ulaşır. Alice Cooper, Kiss, New York Dolls gibi Amerikan menşeili isimler heteroseksüel bir tavır sergilese de glam-rock’ın biseksüel bir müzik olduğu genellemesini yapmak doğru olacaktır. Zaten o yaldızlı, apartman topuklu çizmelerle heteroseksüel olmak da zordur. Başta Mud, David Bowie ve Lou Reed olmak üzere, sonradan yalanlasalar ve bunun bir reklam yöntemi olduğunu söyleseler de, biseksüel olduğunu açıklayan isimler kaplamıştır ortalığı. Brian Eno ve Freddy Mercury’nin eşcinsellikleri, Gary Glitter’ın çocuk pornosu davaları düşünülünce glam-rock hadisesine karışanların cinsel çeşitlilikleri dikkat çekicidir. Zaten yukarıda bahsi geçen gençlik devrimi gerçekleştirilemese de, sahnede cinsel fetişlerle donanmış, androjenik glam yıldızının devrin gençlerinin tüm cinsel önyargılarını yıktığı kesindir.
Gelelim müzik sektörünün pazarlama başarısına. Glam-rock’ın bir şaka olmasının sorumlusu tamamen sektördür. Bindokuzyüzyetmiş yılı geldiğinde Beatles dağılmış, Rolling Stones henüz Brian Jones’un ölümünü atlatamamış, üstüne Hells Angels ikramiyesinin (5 Aralık 1969’da 500’er dolarlık bira karşılığı güvenlik görevlisi olarak tutulan Cehennem Meleği Motorsiklet Çetesi, Rolling Stones sahnede “Sympathy for the Devil’i çalarken 18 yaşında bir genci öldürdü) ceremesini çekmekle meşguldü. Ertesi yıl peş peşe Hendrix, Joplin ve Morrison ölecekti. Sektöre bir yenilik gerekiyordu. “Sıradaki büyük olay” arayışı had safhadaydı. Arayışın sonu David Bowie Ziggy Sturdsut albümünü kaydedince geldi. Müzik dünyasının az sayıdaki İsviçre çakılarından biri olan David Bowie, pop ilahı olmadan önce bir rhythm & blues grubu kurmuş, yıllarca mim çalışmış, Japon tiyatrosu öğrenmiş, Fransız şansonlarını tanımış, Andy Warhol’un pop felsefesini hatmetmiş biri olarak 1969’da Kubrick’in “2001: A Space Oddisey”ine gönderme yapan Space Oddity albümüyle başarıya ulaştı. Ardından yıllarca sürecek bir dizi karakterler yaratma süreci başladı ve müzikal arayışı hard-rock’a kaydı. Adı Iggy Pop’a gönderme yapan Ziggy Stardust karakteri böyle doğdu. The Rise and Fall of Ziggy Stardust and Spiders from Mars albümü bir konsept albümdü. Bir kıyamet ve kaos albümü. Bowie’nin hayali dünyasının son beş yılı kalmıştır. Cüzzamlı mesih Ziggy ortaya çıkar ve kurtarıcının özyıkımıyla son beş yılı anlatır.
Buraya kadar her şey normaldir. Burada Bowie’nin müzik anlayışı devreye girer; “Müzik mesajın taktığı maskedir –müzik Pierrot’dur. Bense icracıyım, mesajın ta kendisiyim”. Ve Bowie sahnede ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordur. Albümün çıkışından birkaç hafta sonra Londra Kraliyet Festival Konser Salonu’nu dolduran görkemli kitle arasında müzik sektörünün hemen her alanından onlarca kişi vardır. Performans inanılmaz olur. Melody Maker muhabiri Fred Coleman “Bir Yıldız Doğuyor” başlığını atar makalesine. Birkaç hafta geçmeden bütün İngiliz basını Bowie’nin yıldız mertebesini onaylar. Bir yıl sonra Bowie Ziggy karakterine veda konseri düzenlediğinde İngiltere sokakları beyaz suratlı, rengarenk saçlı, ağır makyajlı androjenik gençlerle dolmuştur artık. Bowie başka maceralara yelken açar. Yaptığının gayet ayrımındadır. “Biliyorsunuz, rock devrimi gerçekten oldu,” der bir muhabire. “Bu dekadans edebiyatı sadece kahrolası bir şaka. Ben gayet normalim. Ben benim ve başlattığım şeyi sürdürmek zorundayım…” Hayranları inanmaz ona tabii. Müzik endüstrisi de inançlarının devamını sağlayacak yeni idoller verir onlara. Punk gelince de glam-rock balonu söner.
Glam-rock, daha önce de bahsettiğim gibi, garaj-rock ile beraber punk tavrını etkilemiştir. Ama özellikle punk sonrası ve altyapısıyla gelişen goth-rock nasibini almıştır bu akımdan. Müzik sektörüne bir faydası (?) da dev prodüksiyonlu stadyum konserlerine giden yolu açmasıdır. Glamcilerin müzikal olarak çoğunlukla seçtiği sert sound, Led Zeppelin, Deep Purple, Black Sabbath gibi grupların öncülük ettiği hard-rock akımıyla beraber heavy metal’e giden süreci de etkilemiştir. Ama en bariz etkisi 80’lerin başında bir araya gelen İngiliz toplulukların beyanatıyla tanımı konan heavy metal içerisinde glam metal olarak kendine yer edinmesidir. Glam metal (hair metal mi desek ya da) Mötley Crue, Poison, Cinderella, Twisted Sister, Ratt, Europe, Quiet Riot, W.A.S.P. gibi birkaç şarkı dışında zamana direnememiş çoğu Amerikan grubun yaptığı müziği tanımlar. Tür, 80’lerde heavy metale bir biçimde bulaşmış her gencin dinlemek zorunda kaldığı basiretsizlikte bir müzik olarak kayıtlara geçmişse de Guns N’ Roses, Def Leppard, Van Halen, Bon Jovi, Aerosmith özelinde ilgiye mazhar örnekleri de vardır. Allahtan 90’larla beraber grunge ortaya çıkmıştır da bu spreyle kabartılmış müzik tarihe karışmıştır.
80’lerde özellikle Morrissey önderliğindeki The Smiths’in etkilerinin 90’lardaki tezahürü olan Suede ve Manic Street Preachers gibi toplulukları glam-rock diye anarsak çok da yanlış yapmış olmayız. Placebo’ya ise gönül rahatlığıyla glam diyebiliriz. Çünkü artık 2000’lerdeyiz ve Robert Smith dışında kimsenin öyle saçları yok. 80’lerin Culture Club, Dead or Alive, Sigue Sigue Sputnik gibi topluluklarının da en azından glamcilerin saçlarından etkilendikleri kesindir. Bir de Marilyn Manson var ama onu ne yapacağımızı bilemiyorum.
Şimdi yazarınız Placebo’nun eski günlerinden gittikçe uzaklaşan yeni albümü Meds’e bir şans daha vermek için çekilirken samimi bir tavsiyede bulunacak. Todd Haynes’in 98 yapımı Velvet Goldmine filmini izlerseniz, sanırım anlatamadıklarımı daha iyi anlarsınız.
Nisan 2006, Milliyet Sanat
👋🏼