Gürültünün Müzik İçerisindeki Evrimi – 2

Dizimizin ikinci bölümünde en azından benim isimlerini sürekli karıştırdığım üç çağdaş bestecinin çıkarttığı gürültüyü okuyacağız, Viyana Üçlüsü; Arnold Schönberg, Alban Berg ve Anton Webern. Tabii önce geçen sayıda kısaca bahsettiğim o günlerin dünyasını hatırlatmakta fayda var. Dünya ulusçu akımların etkisi ve ekonomik açmazlar nedeniyle bir dünya savaşına sürükleniyordu. Dönemin favori sanat akımları gelecekçilik ve izlenimcilikti. Ama bu sayımızın başrol oyuncularının yaşadığı topraklarda Freud ve onun getirdiği yeni fikirlerin etkisiyle anlatımcılık (ekspresyonizm) etkiliydi. Gelecekçilerin makineyi ve maddeyi öven tutumları karşısında dönemin Viyana’sında insanın iç dünyasına yönelim ve içsel deneyimlerin aktarımı öne çıkıyordu. Debussy’nin izlenimcilerin etkisiyle müzik üretirken müziğe yenilikler getirmek durumunda kaldığını geçen sayımızda belirmiştim. İşte anlatımcılara kendi iç dünyalarını anlatmada bu yeni sesler bile yeterli olamıyordu.


Tonalitenin yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni anlatım deneyleri arasında Schönberg’in yaptığı kuramsal çalışma, on iki nota düzeninin (dodekofonizm, dizisel müzik) kurulması, yirminci yüzyıl müziğinin en önemli gelişmesi olarak adlandırılabilir. Schönberg on iki nota düzeninin kurucusu değildir. Ondan önce Hauer’in bu grameri geliştirmek için çalışmaları olmuştur. Ancak Hauer’in çalışamalarının etkisiyle kıyaslanınca Schönberg çalışmasına on iki ton müziğinin kurallarının konulması denilebilir.

schoenberg

Başlangıçta tonal besteler yapan Schönberg, daha sonra atonal bestelere yönelmiş ve sonuçta tonalitenin kuralları olmadan müzik besteleyebilmeyi kolaylaştıran on iki ton müziğini geliştirmiştir. “Başarılı bir sanat ürünü, ne türlü bestelendiğini sezdirmeyen, hele bir zihin çalışması sonucu olduğu izlenimi vermeyen yapıttır,” diyen Schönberg, sözünü eserleriyle de doğrulamış ve içine ne doğarsa onu yazmıştır. İlk olarak 1912 yılında sahnelenen Orkestra İçin Beş Parça ile anlatımcı müziğin önemli eserlerinden birini vermiştir. Eser aynı zamanda Schönberg’in atonal döneminin en başarılı örneğidir. Bu eser sonrası bestelenen birkaç çalışma ardından 9 yıllık bir bunalım ve üretememe dönemine giren Schönberg, bu sessizliği on iki nota düzenini geliştirerek geçirdi.

On iki nota düzenini kısaca, kromatik gamdaki on iki notanın istendiği gibi dizilmesi olarak özetleyebiliriz. Bu dizide tonal müzikte olduğu gibi çekim gücü olan notalar yoktur. Bir notanın bir diğer notayla olan doğrudan doğruya ilintisinden başka, notaların hareketi başka hiçbir çekim ilintisi ile düzenlenmez. Ama kurama göre on iki notadan her biri, diğer on bir nota geçmeden bir daha geçemez. Her bir dizinin dört ayrı görünüşü vardır: 1) Ana dizi 2) Ana dizinin sondan başa dizilimi 3) Ana dizinin çevrilmiş durumu (her bir notanın öbürüyle olan aralığını ters çevirerek yeni bir dizi kuralması) 4) Çevrilmiş dizinin sondan başa dizilimi.

Aslında on iki ton müziği belirli bir tona bağlı kalmadan müzik üretme yeniliğini getirmiştir ama on iki ton müziğinin getirdiği kuralların çevrelediği müziğin aşılması için birkaç on yılımız daha var. O yüzden şimdi Schönberg’in eserlerine son bir göz atıp onun en büyük eseri olarak nitelendirilen Alban Berg’e geçelim. Schönberg’in kuramcı olarak ünü yanında besteci olarak olumsuz bir ünü vardır. Çünkü anlatımcılık etkisiyle üreten bir besteci olarak duygulardan çok bir matematik kafasıyla bestelediği söylenir. Üzerindeki bu yaftayı ancak son dönem yapıtlarıyla aşabilmiştir. Op. 31 Orkestra için Çeşitlemeler adlı eserinde, geliştirdiği yeni düzeni, anlatımını güçlendirecek rahatlığa ulaştırabilmiştir. Yine de Schönberg’in müziğini dönemin koşullarından bağımsız değerlendirmemek gerekir. Evet, Schönberg, karanlık, gergin, karmaşık bir müzik üretmiştir. Ama I.Dünya Savaşı ve arkasından gelen II.Dünya savaşını görmüş bir bestecinin üretimini bundan soyutlaması, onun müziğinin gerçekten uzaklaşması olurdu.

Alban+Berg

Schönberg’e göre çok daha sıcak bulunan ve sevilen öğrencisi Alban Berg, aslında çağdaş müziğe bıraktığı etkiyle Viyana Üçlüsü’nün en silik elemanıdır. Schumann, Mahler ve Wagner gibi romantikler ve Debussy etkisinde kalsa da Berg bir anlatımcıydı. Ustasının izinde çok daha karmaşık ama heyecanlı duyguları anlatmayı denedi. Besteleri neredeyse Schönberg’in deneylerine koşut giden, hatta ustasının dokuz yıllık suskunluğunda pek az eser veren Berg’in çağdaş müziğe kattığı yenilik, atonal ve dizisel (on iki nota) müziğiyle tonal müzik arasında kurmaya çalıştığı köprüyle, döneminin canavar müzikleri yapan çağdaş bestecileri yanında, müzik alanındaki yenilikleri daha az kulak tırmalayan formlarla sunabilmiş olmasıdır. Ya da az gürültü çıkararak gürültüyü daha çok dinlenir hale getirmiştir diyebiliriz.

AntonWebern

Schönberg’in bir diğer öğrencisi Anton Webern ise ustasının gramer ve yeni bir dil yaratma yeteneğinin tekrarı-geliştirmesi ile değil yepyeni bir biçim, çalgılma ve duyarlılık yaratarak ölüm tarih olan 1945 yılından sonrasına “Webern Çağı” denmesine neden olmuştur. Webern’in ölümünden sonra keşfedilmesi oldukça trajik bir hikayedir. Gönül Paçacı’nın beynime kazınan “Müzik müzisyenlere bırakılmayacak kadar önemli bir iştir,” cümlesinden yola çıkarak bu hikayenin evveliyatını biraz açmak isterim. Çünkü müziği (sanatı) dönemin sosyolojik, tarihsel, psikolojik ve bilimsel koşullarını göze almadan anlamaya çalışmak neredeyse anlamamaktır.

Kocaman egolu Wagner ve onun çağdaşı Nietzsche’nin Alman ırkına yaptığı fenalık ya da bu büyük düşünce adamlarının kendi uluslarınca çarpıtılmış görüşleri sonucu ortaya çıkan Nazisizm, Webern’in hem dejenere bulunarak ömrünün büyük bir kısmını yasaklı geçirmesine yol açmış, hem de Viyana’ya girmiş olmanın -nasıl olduğunu anlamadığım- aşkıyla sağa sola ateş eden bir Amerikan askerinin kurşunu, Webern’in kısa ömrünü sonlandırmıştır. Tabii ki bu dizide sıkça sözü geçen imparatorluk devletlerinin yıkılıp ulus devletlerin kurulması süreci de Nazisizm’in ve faşizmin ilerleyişini körüklemiştir, böyle bir siyasi düşünceyi bir besteci ve bir filozofa mal etmek değil niyetim. Ama Hitler’in “her şeyin üstündeki Almanya”sıve “ari ırkı”nın2 temellerinde, hayatlarını neredeyse birbirleriyle anlaşamayarak geçiren bu iki ismin görüşlerinin çarpıtılmasına rastlarız. Schönberg 1933’te Amerika’ya göç etmiş, Berg 1935’te ölmüştür. Webern ise Nazilerden kurtuluş gününde ölene kadar Viyana’da kalmış, Viyana’da bestelemiştir. Dolayısıyla dünya, bu büyük bestecinin kısa ömründe ürettikleriyle yetinmek zorunda kalmıştır.

Colombia Firması’nın Webern’in ölümünü takiben, sonradan bulunan unutulmuş yapıtlar dışında kalan tüm eserlerini dört plak halinde yayınlaması bestecinin tüm dünyada farkedilmesine ve özellikle genç bestecileri peşinden sürüklemesine yol açmıştır. Burada bestecinin tüm eserlerinin dört uzunçalara sığabilmiş olmasının altını çizeyim. Bu, bestecinin başka hiçbir bestecinin eline geçmemiş bir fırsatı yakalamış olması dışında, bir durumu daha ortaya koyar. Webern, az üreten, kısır bir besteci değildir. Ancak eserleri çok kısadır. İşte Webern’in çağdaş müziğe getirdiği yeniliklerin biri de budur. Olağanüstü bir sadelik, arınmışlık ve yetkinlik.

Webern’in getirdiği en önemli yenilik; belirli yükseklikleri olan sesleri bir yandan yeniden yorumlanmış çok ses yöntemleri içinde ve gelişmiş bir tını bilinciyle, hem düşey yazıyı hem de yatay yazıyı aşan yeni bir görev anlayışına uyarak, yapıyla ilintili amaçlar için kullanması ve böylece kendine geniş bir hareket alanı sağlamasıdır. Ve müziği içerisinde sessizliği kullanması. Ondan önce hiçbir besteci, susların müzik içerisnde kullanımını böyle değerlendirmeyi düşünmemişti. Öyleki, beş dakikayı pek de aşmayan eserlerinin bir bölümünü de sessizliğe ayırarak, ardıllarının pek azının başarabildiği bir yoğunluk yakalamıştır.

Dünya savaşları dönemini kapatmaya yaklaşmışken sonradan çok duyacağımız Dada, onun dönüştüğü gerçeküstücülük ve kübizmi anamamış olmanın acısını çekiyorum. Ama yerimiz dar. Önümüzdeki sayıda Edgard Varese’nin açtığı bayrak ve nihayet elektronik müziğe giriş ile hikayemiz devam edecek.

Mart 2005, REC

Kaynak: Müzik Tarihi, İlhan Mimaroğlu, Varlık Yayınları 1999

1 Wagner’in bestesi olan Alman Ulusal Marşı’nın ilk dizesi “Deutchland, Deutchland über alles”in karşılığı.

2 Nietzsche’nin über mensch (üstün insan) düşüncesi Nazisizm’de “ari ırk”a dönüşmüştür.

👋🏼