Peyote Müzik’ten mayıs ayında dört albüm birden çıkacağını, hele bunlardan birinin Nekropsi, bir diğerinin DDR olduğunu öğrenince artık daha fazla zaman kaybetmeden soluğu terasta aldım. Peyote’nin müzik direktörü Hakan Orman’a gecikmiş bir ziyaret yaptım. Düğünümde DJ’lik yapmış adam. Çok olmuş görüşmeyeli. Önce biraz hasret giderdik, sonra Kadıköy’den gıptayla izlediğimiz Peyote’yi konuştuk, bunca zamandır mecmuada sadece satır aralarında geçmiş olmalarının acısını çıkarttık.
Tayfun Polat: Biraz evveliyatından başlayalım. Konser mekânı fikri nasıl gelişti, başında da var mıydı?
Hakan Orman: Bu Peyote’nin ikinci dönemi aslında. Daha önce İmam Adnan Sokak’taydı. 1,5-2 yıllık bir aradan sonra Nevizade’de tekrar açıldı. Açıldığı noktadan itibaren belli maddi zorluklar olduğu için ilk önce aşağı katı ve teras katını açtık. Ama bizim asıl niyetimiz her zaman konser salonunu açabilmekti. Zaten ilk Peyote’nin çıkış noktası da bu. Ve Peyote Nevizade’de 2003-2004’de açıldıktan bir yıl sonra da orta katı konser salonu olarak açtık. Konserler bu şekilde başladı.
TP: O zamanda bu hareketi albüme dönüştürme fikri var mıydı ya da süreç nasıl gelişti?
HO: Aslında o zaman çok yoktu. Konser salonunu açmak, konser salonunu belirli bir düzeyde tutmak, maddi zorlukları aşmak ya da burada kimleri çıkarabiliriz, nasıl müzik yapmalıyız gibi sorunlarla başladık. Peyotenin ilk açıldığı dönemlerde zaten şu andaki gibi yaygın, kendi müziğini, kendi bakış açısını yansıtan grup çok fazla yoktu. Veya bir elin parmakları kadar azdı. O zamandan bu zamana değişen çok şey var. Mesela şu ana kadar burada 300’e yakın grup konser verdi. Her ay buraya 5-10 tane demo geliyor. Bunların içinden seçkiler yapıyoruz. Zaten ilk önceliğimiz kendi müziğini yapan gruplar. Tabii müziklerinin niteliğini, bakış açılarını, farklılıklarını da ele alarak değerlendiriyoruz. Bu belli bir ivmeye geldikten sonra daha kurumsal bir yapı haline dönüştük. Her şey tam anlamıyla istediğimiz biçime evrildi ve oturdu. O zaman şunu düşünmeye başladık; artık albüm yapalım. Bunun çıkışı bu kültürdeki eksik olan bir ihtiyaç noktasıydı aslında. Bu coğrafyada popüler kültür o kadar geniş bir mecrayı elinde tutuyor ki, ister istemez bunun dışında kalan anlayışlar zorlanıyor. Zaten bunların birçoğunu ne kadar iyi, farklı müzik yaparlarsa yapsınlar, mesela 300 tane böyle grup varsa içlerinden belki bir tanesi iki tanesi sivrilecektir, albüm yapacaktır. Ama bizim düşündüğümüz şuydu, bunlar belli bir standartlar altında müzik yapan insanlar değil. Standart dışı, daha batı, daha alternatif bir kültüre yakın, daha araştırmacı gruplar. O zaman bu insanların albümünü yapalım dedik. Zaten böyle bir mecra yok. Varsa da çok kısıtlı mecralar bunlar. Ve buradan Replikas ve Proudpilot’la başladık. Şimdi 4 albüm daha yapıyoruz.
TP: Albümlerin satmadığı bir ortamda sizin nasıl bir beklentiniz var? Sadece arşiv mantığıyla mı basıyorsunuz?
HO: Evet. Zaten artık popüler kültür bile albümlerini satamaz halde. Bu albümlerin geri dönüşü konusunu çok düşünmüyoruz açıkçası. Tamam, burası bir ticari işletme, herkes bar da diyebilir ama burayı yaratanların, Tunç olsun, Alparslan olsun, ben olayım, bir işi yaparken yaptığımız işi farklı niteliklere büründürmek gibi bir arzumuz ve isteğimiz var. Bu arzu ve istek de kendini bu biçimde anlamlandırıyor. Burada yaptığımız konserlerin nitelikleri, kalitesi, amacı, yapacağımız albümler… Bizim yaptığımız, bunu ego anlamında söylemiyorum, bir nevi şövalyelik gibi bir şey aslında. Hiç kimsenin albüm yapmadığı bir zamanda 4 tane birden albüm yapıyoruz ama şu an bunu yapacak gücümüz var ve bunu niye yapmayalım? Belki başka zaman bu gücümüz de olmayabilir. Her şey buraya evrilmişken bunları yapmak istiyoruz. Amacımız da yapabildiğimiz kadar yapmak. Çünkü biz sponsorlarla falan çalışan bir mekân değiliz. Kendi dinamiklerimizden ürettiklerimizle böyle bir değer yaratıyoruz.
TP: Ama şöyle de bir durum var, mesela Karga’da 14 senedir var. İşte KargART var, kargamecmua var. İnsanlar bir şekilde farkedip geliyorlar. Burada da böyle bir geridönüş oluyordur.
HO: Tabii ki. Zaten bir albümü satamayabilisiniz ama geri dönüşü farklı farklı mecralardan olabilir. Burada oturaklı ve ayakları yere basan bir kültür oluşmaya başladı. Aslında burası biraz da taşın suya düştüğü yer haline dönüşüyor. Yapılan işin niteliği ve dürüstlüğü insanların buraya karşı daha fazla güven duymasını, daha çok kendi müziğini yapan grupların gelmesini sağlıyor.
TP: Zaten bir komünite olduğundan bahsedebiliriz, Peyote’nin etrafında şekillenen…
HO: Tabii aslında. Peyote 12 yıllık geçmişi olan bir mekân. Hepimizin genel anlamda farklı sosyal kesimlerden çevremiz olduğu ve yaptığımız işler de nitelikli, elle tutulur işler olduğu için, bu insanlar için bir çekim merkezi oluşturuyor.
TP: Albümlerden bahsedelim o zaman biraz.
HO: Mayıs ayında DDR, Nekropsi, Ricochet ve Sakareller’in albümleri çıkıyor.
TP: Ricochet mesela, sizin grubunuz herhalde değil mi?
HO: İnsanlar Peyote grupları deyip duruyor. Tabii ki Ricochet mesela, ilk defa burada sahne aldı, kendi sahne ve müzikal deneyimlerini burada şekillendirdi, güçlendirdi, belli anlamda sosyal bir kitleye sahip oldu. Ricochet tabii ki bizim grubumuz ama Ricochet zaten bir grup. Peyote gibi farklı farklı mekânlar olsaydı bu insanların hepsi farklı farklı yerlerde de çalacaktı. Onlara ilk kapı açan ve destek veren olduğumuz için, belki insanlar da o aidiyet duygusundan kendilerini bir Peyote grubu olarak görmekten hoşlanıyorlar. Biz de bundan gurur duyuyoruz.
TP: Ama Ricochet sanki daha bir Peyote grubu. DDR’yi, Sakareller’i başka yerlerde de dinliyebiliyorsun. Nekropsi zaten…
HO: Evet ama Ricochet’de yeni bir grup değil. 8-9 senelik grup. Farklı farklı kıyafetler değiştirdiler. Daha önce Geist, sonra Kaluza oldu, şimdi Ricochet kimliğine büründü. Beste çalışmalarına yöneldiler ve albüm yapma aşamasına geldiler. Sakareller de öyle. Yakın çevremizden, burada yıllardan beri sahne alan bir grup. Nekropsi zaten çok eski arkadaşlarımız. DDR da bu aşamaya gelene kadar birçok aşamadan geçti ve o aşamaların birçoğuna da buradan başladı. Daha önce 6-7 kişilik bir gruptu, farklı bir müzikal kimlikleri vardı. Süreç içerisinde, biz onlarla, onlar bizle belli bir olgunluğa ve kendi müzikal kimliklerini oluşturma noktasına geldiler açıkçası.
TP: Geçen sene albümden sonra Proudpilot’la söyleşi yaparken, yakın tarihte Peyote’den başka sürprizler olacak demişlerdi ama neredeyse bir yıl geçti üstünden. Bundan sonraki frekans ne olacak?
HO: O dönem bir kesinti oldu. Burada mekânla ilgili, bürokrasiyle ilgili bazı sorunlar yaşadık. Ama o sorunları aştık. Tabii o sorunları aşma sürecinde bazı şeyleri ertelemek zorunda kaldık. O sorunlar çözüldükten sonra da aynı hızla albüm çalışmalarına başladık yine. Bundan sonrasında kafamızda yılı ikiye bölmek gibi, bir bahar aylarında, bir de sonbahar-kış aylarında, iki bölümde albümler yapmak fikri var. Bunlar bahar aylarında yaptığımız 4 albüm. Ekim, kasım gibi kafamızda farklı farklı projeler var açıkçası. Bu bir disiplin ve bu disiplinde yürüyecek.
TP: Peyote’nin başka planları var mı peki? Daha n’aapacaksınız bilmiyorum ya, albüm yapıyorsunuz, canlı sahne var…
HO: Yani canlı sahne var da, şöyle düşüncelerimiz de var açıkçası; daha geniş bir konser alanı düşünüyoruz. Ama bizim düşündüğümüz, görünen yüzeyin altındakini biraz buraya taşıyabilmek. Çünkü burası biraz daha indie-electronic, post-rock türleriyle anılan bir mekân olarak görülüyor, doğrudur da. Batı’da, tamamen popüler kültürün, hatta alternatif popüler kültürün bile dışında, çok farklı, algı düzeyi ve müzikal kalitesi yüksek gruplar var. Bu grupların pek çoğu bu coğrafyada bilinen gruplar değil. Hatta Batı’da bile çok bilinen, tanınan gruplar değil. Kendilerine ait bir alt-kültürleri, sosyal katmanları var. Bu grupları başka mekânların getireceğini düşünmüyoruz. Ticari anlamda da risk taşıyan gruplar bunlar. Sponsor anlamında da riskli işler. Yurtdışından book’u yaptığınız zaman biliyorsunuz ki o konsere şu kadar kişi gelecek, şu kadar ticari bir durum oluşacak. Benim bahsettiğim şeyler bu mecranın dışında. Risk ve soru işareti tanıyan şeyler ama bunu da yapmak lazım. Birilerinin yapması lazım. Tabii ki doğru bir zihniyet ve doğru bir bakış açısıyla yapmak lazım. Bu yüzden, keşke daha büyük bir konser salonumuz olsa, 500-600 kişi alsa diyoruz. Aslında bakıyoruz da. %100 konu üstüne eğilmiş gibi değil ama kafamızda, hayatta onu hep bir şekilde araştırma halindeyiz. Düşündüğümüze uygun bir yer olduğunda böyle işler de yapmak istiyoruz açıkçası.
TP: Peki albüm yaptığınız grupları yurtdışına göndermek, “pazarlama” gibi bir faaliyetiniz var mı?
HO: Bizler menajer değiliz. Zaten burada farklı farklı çok işle uğraşıyoruz. Menajerlik başka türlü bir iş. Aslında bu da belki geliştirmemiz gereken reflekslerden biri. Yani Proudpilot gitti, Replikas gidiyor falan, yurtdışında da farklı farklı dostlarımız, bu işlerin organizasyonunu yapan arkadaşlarımız var. Bu bizim açımızdan profesyonel olmayan bir biçimde yürüyor. Burada bir kimliğimiz olduğu için bu insanlar bize geliyor. Şöyle şöyle gruplar arıyoruz diyorlar. Onları yönlendiriyoruz, bazı grupların demo çalışmalarını yolluyoruz. Onların da çağırdığı oluyor. Ama bu bir disiplin üzerinden yürümüyor. Kişisel ilişkiler üzerinden yürüyor. Menajerliği bir disiplin olarak, profesyonel anlamda biz de öğreniyoruz birazcık. İlerde belki biz de oraya doğru evrileceğiz.
TP: Belki bir organizasyon şirketine doğru…
HO: Aslında bunlar konuştuğumuz şeyler. Bir şeyleri uzun uzun konuşmak gerekiyor. Konuştukça bir şeyler elenip, kalması gereken resim kalıyor. Böyle bir süreci yaşıyoruz. Albüm yapmak da farklı farklı bürokrasiler, çalışmalar gerektiriyor. Bunları daha yeni öğreniyoruz ama öğreniyoruz ve yavaş yavaş oturuyor. Zaten bu oturduktan sonra ister istemez başka bir level’a geçiyorsun ve o level’ın ihtiyaçlarına göre organize olmaya başlıyorsun. Aslında gayet güzel, diyalektik bir biçimde ilerliyoruz.
TP: Biraz daha albümlerden bahsedelim. Mesela Nekropsi’nin seçenekleri varken size gelmesi güzel bir şey diye düşünüyorum.
HO: Onlar bizim eski arkadaşlarımız. Cevdet olsun, Cem olsun. Bu albümle bize geldiler, konuşmak istediler. Biz de seve seve kabul ettik.
TP: ’98 kayıtları değil mi bunlar?
HO: Evet. Kayıtlar elden geçti, mastering’i yapıldı. İnsanların bizi tercih etme sebeplerine gelince; Peyote’nin bir çizgisi var ve bu çizgi asla bozulmaz. Her zaman müzikal çizgimiz ve kalitemiz bu çizgide gidecektir. Bu aşamaya gelmişken bilmem ne popçunun, bilmem ne rockçunun falan albümün yapmayız. Biz, ilişkide olduğumuz, burada yıllarca çalmış, burada filizlenmiş, burada büyümüş insanların albümlerini yapıyoruz. Açıkçası bize hiç tanımadığımız dışardan bir grup gelse, satacağını da bilsek, ne yapacağını da bilsek, aramızda konuşmayız bile. Burada bir nüve var, büyüyen bir şeyler var. Ve bunları çocuklarımız, bir parçamız olarak görüyoruz, bunları yapmak bize daha çok gurur veriyor açıkçası. Onlarla beraber büyüdük. Ve bu insanların albümlerini yapmak hem onlar için, hem bizim için en doğrusu. Ve onlar da şunu biliyorlar, Peyote Müzik müzikal anlamda kimliğini asla bozmayacak. Birilerini kötüleme amacıyla söylemiyorum ama birçok plak şirketinin de bir çizgisi yok. Bir andan iyi bir şey yaparken bir yandan da ticari kaygılara düşüp başka şeyler yapabiliyorlar. Bu farklı karakterleri bir araya toplamak oluyor ve ben bunu pragmatik ve eklektik bir durum olarak görüyorum. Bir işin bir karakteri olmalı. Peyote Müzik bir karakter. Ve o karaktere yakışır biçimde, ticari kaygılara düşmeden, farklı beklentilere girmeden, çizgisini koruyarak bu albümleri yapacak. Tabii insanlar da bu yüzden bizi seçiyorlar. Şu an herkes geliyor mesela. Çok çizgimiz dışındaki işler de geliyor. Ama bizim çizgimiz belli. Bu hiçbir zaman değişmeyecek.
TP: Sadece CD formatında mı satıyorsunuz? İnternet üzerinden ya da single formatında satış da var mı?
HO: İnternet üzerinden mp3 ve albüm olarak satışını yapıyoruz. Ayrıca Amerikalı bağımsız plak şirketi Thrill Jockey’le karşılıklı distirübütörlük anlaşmamız var. Burada çıkan albümleri oraya gönderiyoruz.
TP: Satışlar biraz single üzerinden dönmeye başladı. Burada da mesela Remoov Records hiç CD basmıyor. Sadece internet üzerinden satış yapıyor. Bu da gelişecek bir mecra olarak görülüyor. Bu konuda farklı bir altyapı çalışması yaptınız mı?
HO: Ben biraz müziği şöyle düşünüyorum; bir film yapmak gibi, bir kitap yazmak gibi. Bu moda oldu. Bazı gruplar da böyle yapıyor. İlk başta 3-4 parça yayınlıyorlar, 6 ay sonra 3-4 parça daha yayınlıyorlar. Ama bu durum bizim kafamıza yatmıyor. Çünkü albüm bir süreci tanımlayan bir şey. O süreci bitirip yeni çalışmalara yönelmeli gruplar. Plak şirketlerinin böyle şeyleri niye tercih ettiklerini de çok anlamıyorum açıkçası. Böyle bir durum burada da oldu ama biz yanaşmıyoruz. Albüm dediğin albüm olmalı. Başından sonuna bir öyküsü olan, bütünlüğü olan bir albüm olmalı. Ki gruplar da böyle büyüyor. Her yeni albüm yeni sesler, yeni deneyimler. Albümler aslında bizim büyüme sürecimizi de tarif ediyor. Replikas’a bakarsan ilk albümden bu aşamaya gelişleri albümlerde görürsün. Grubun kronolojisini takip edebilirsin. Neler yaşadıklarını, müzikal yolculuklarını, nasıl büyüdüklerini anlarsınız.
kargamecmua Mayıs 2010 sayısında yayımlanmıştır.