Yaşasın Şehrimize Sirk Gelmiş

Depresyonum içerisinde debelenirken festival programı açıklanıyor. Umrumda mı? Ama gün boyu dört telefon ve beş e-posta mesajı alıyorum; “Seninkiler geliyor”. Artık umrumda. Tiger Lillies Türkiye’ye geliyor.


İKSV’yi tebrik etmek gerekir gerçekten. Oldukça başarılı bir festival programı. Ama kim takar diğer isimleri?

Bu sene festivalin bombası The Tiger Lillies.

Gönül Coco Rosie’yi değil onları izlemek isterdi 

Emek Sineması’nın sahnesinde. Çünkü Tiger Lillies başlı başına teatral bir gösteri sahneleyecek. 

Nerden mi biliyorum? Opera, çingene müziği, sirkin talaş kokusu, denizcilerin takıldığı barların çiş kokusu, Berlin Cabare’lerinin çiğ ışıkları, egzantrik enstürmanlar, Dickensvari kostümler gözünüzün önüne nasıl bir sahne getiriyor?

Martyn Jaques yıllar süren opera eğitiminden sonra Soho’da bir kerhanenin üst katında yedi yıl geçirir. Zamanla alt komşuları ve Londra’nın karanlık sokakları arasında geçirdiği ömrü eline aldığı akordiyonuyla şarkı sözlerine dökmeye başlar. Geri dönüştürülmüş bateri parçaları, oyuncaklar ve bilimum ev aletiyle ritmler üreten Adrian Huge ile karşılaşmaları The Tiger Lillies’in doğuşuyla sonuçlanır. Yıllardır çeşitli blues, caz ve country gruplarında kontrabas ve müzikal testere çalmakta olan Adrian Stout’un katılımıyla grup son halini alır. Ve 1995 ile 2004 arasındaki dokuz yıla biri konser olmak üzere 16 albüm sığıştırırlar. İşte The Tiger Lillies’in en kısa öyküsü. En uçlarda gezen bir grup için fazla kısa ama.

Birçok kaynakta kastrato olarak anılan ama sanırım testisleri yerinde bir kontrtenor olan Martyn Jaques’in bazen çaçaron bir genelevi mamasını andıran, bazen dünyayı yoketmeye ahdetmiş bir sapığın içsel karanlıklarından gelen, bazen de bir meleğin inayetini andırabilecek sesi; ilk dinlediğinizde ya sizi alır götürür ya da bir daha dinlemezsiniz. Onun dünyası mutlu, temiz bir dünya değildir. Fahişeler, pezevenkler, kundakçılar, uyuşturucu satıcıları, uyuşturucu müpteleları, hırsızlar, katiller, kundakçılar, yankesiciler, karaborsacılar, şantajcılar, tefeciler, palyaçolar, kendi hayatıyla dalga geçen akrobatlar, ucubeler, çingeneler, jigololar, her limanda bir sevgili bırakan denizciler, barda pandiklenen garson kızlar, fanatik dinciler, dilenciler, aldananlar, aldatanlar, kumarbazlar, karınızı beceren komşular, aklınıza gelebilecek her türlü suçlu, karanlık, feleğin sillesini yemiş karakterin hikayesini anlatır o. Hep hikaye anlatır ama.

Adrian Huge başka bir alemdir. Sahnede bir enstalasyonun arkasında oturur. Çok rahat Tate Modern’de sergilenebilecek bu enstalasyon onun davul setidir. David Byrne’ın tabiriyle “davulun James Joyce”udur o. İlginç tarafı, kendisinin kullanıma geri döndürdüğü ritm öğeleri dışında, setindeki çoğu parça hayranlarının hediyesidir. Ve ses çıkarıyorsa enstalasyona eklenmesi kaçınılmazdır.

Adrian Stout grubun en normal elemanıdır. Tabi bazı şarkılarda döktürdüğü testeresini saymazsak. Fakat grubun farklı mecralardaki tasarımlarına bakarsak yaratıcılığının nerelere gittiğini görebilirsiniz.

The Tiger Lillies, 90’ların gittikçe muhafazakarlaşan İngiltere’sinde gerçeği insanların yüzüne vurmaktansa, ellerindeki alacalı fenerlerle geceyarıları pencerenize ışık oyunları çalan, kalkıp peşinden giderseniz de sefaletin ne demek olduğunu ama içerisinde nasıl bir ironi taşıdığını gösterecek cinlerdir. Başka tarafa bakmanız için boynunuzu zorla çeviren sistemin içinde gerçeği arayanların gerçekdışı ruh arkadaşlarıdır. Alışılmadık müzikal biçimleriyle çarpıcı, gerçek hayat hikayeleri anlatarak yaparlar hem de bunu. Bu yüzden de on yıl gibi kısa bir sürede Londra ve Avrupa’nın pek çok şehrinin yeraltında kült mertebesine erişmişlerdir.

Bu tip yazılarda işte şu albüm, ne bileyim bilmem ne şarkısı falan anlatılır. Bunlar internette var. Google’a “tiger lillies”+discography yazın yeter bunun için. Hepsini dinlemiş biri olarak yazar ayırmaz onların albümlerini. İki yıldır albüm çıkarmıyor olmamalarına üzülür bunun yerine. Einstürzende Neubauten’in Alexander Hacke’sinden, Rus Leningrad grubuna, Marilyn Manson’un düğününde çalmaktan (yazar burada gülümser) kendi kişisel tiyatro müziklerine kadar bir dolu projeyle geçirdiler ama son iki yılı. Velhasıl tam da onlara göre bir kent olan İstanbul sonrası yepyeni bir albüm gelir belki diye umutlanır. Bir de hayal kurar. Bad Blood and Blasphemey albümünü Tiger Lillies Berlin’de bir grup Türk Roman müzisyenle beraber kaydetmiştir. Aaahh, der, keşke der, sahnede darbukalar, kanunlar, klarinetler çınlasa…

Temmuz 2006, Milliyet Sanat

👋🏼