Massive Attack 5 yıl sonra üçüncü kez geliyor bu ay. Trip hop’un mucitlerinin teşrifi başka bir zamanlamayı da işaret ediyor aslında. Türün diğer devi Portishead de 10 yıl sonra üçüncü stüdyo albümü “Third”i çıkarttı geçen ay. Tesadüf odur ki, trip hop’un üçüncü devi Tricky’nin de temmuz ayında yeni albümü çıkıyor. Aradan çook uzun zaman geçti. Müzik değişti. Onların yaptıkları da değişti aslında. Ama hâlâ trip hop. Bu üçlü zamanlamayı vesile edip bir trip hop yazısı yazmak da gerekli oldu artık.
‘90’ların ortalarında hepimiz bir trip’teydik. Yaşlarımız 20-30 arasındaydı. Bize kayıp kuşak deniyordu. Grunge yalımını yitirmiş, içinde bulunduğumuz durumu ifade edecek, kuşağımızı tesmil edecek bir müzik kalmamıştı. Aslında Massive Attack’ın “Blue Lines”i 1991’de çıkmıştı bile. Ama hemen kavranamadı. Oduncu gömlek ve Seattle’in ormanlık bölgelerinin sisi içerisinde yol alıyorduk. Bristol’a yolumuz vardı daha. Derken yıl ’94 oldu. Ne olduysa da o zaman oldu. Massive Attack “Protection”u, Portishead “Dummy”yi, Tricky de “Maxinquaye”yi çıkarttı. Artık içimizdeki karanlık kadar koyu trip hop vardı.
Şimdi kişişel depresyon tarihini bir tarafa bırakıp Bristol dolaylarına varalım. İngiltere’nin nüfus olarak altıncı, ekonomi ve zenginlik olarak üçüncü en büyük kenti olan Bristol, yüzlerce yıl önemli bir liman olarak varoldu. Şimdilerde ise Hewlett-Packard, Concorde, Roll-Royce gibi evsahipliği ettiği markalara bakınca bir bilişim ve teknoloji kenti olarak öne çıkıyor. Tipik yağmurlu ve gri bir İngiliz kenti olan Bristol, her ne kadar bu yıl Avrupa Kültür Başkenti ünvanını taşıyor olsa da, kültür ve sanatın kentin günlük yaşamında son çeyrek yüzyılda baskın bir etmen olduğu söylenebilir. Bristol her daim bir işçi kenti olmuştur.
İşsizlik oranının görece düşüklüğü ve kişi başına düşen gelirin diğer İngiliz kentlerine göre yüksek oluşu göz önüne alındığında, azimle üreten ve refah içerisinde yaşayan bir kent sakini profili ortaya çıkar. Trip hop gibi karanlık ve kasvetli bir müziğin Bristol’dan çıkıyor oluşu bu anlamda hayli manidar. Neydi bu müzikal komünitenin derdi acaba?
‘80’lerin popüler sound system topluluğu The Wild Bunch, aynı on yılın sonlarında Massive Attack’a evrildiğinde, beş yıl sonra dünya müzik piyasalarına yön ve ilham verecek bir müzik oluşumu olacaklarının farkında değildi. Ses işçiliğine kafayı bozmuş bir grup arkadaş, hip hop, rap, down tempo, acid caz, ambient, reggea, dub, rock, house ve saykodeliyanın birleşiminden bir İngiliz hip hop’u yarattılar. Amerikan hip hop’una nazaran çok daha sofistike ve rap vokal ile şarkı sözlerinin gücüyle değil müziğin ağırlığıyla öne çıkan yepyeni bir biçim. Türün adını daha sonra UNKLE grubunu kuracak olan James Lavelle koydu, trip hop. 3D, Daddy G, Mushroom ve Tricky’den kurulu Massive Attack bu ismi hiçbir zaman benimsemedi. Onlar Bristol Sound dediler bu müziğe. Bristol Kanalı’nın bulanık suyu gibi, denize eremeyen bir liman kentinin tuhaflığı vardı müziklerinde. Eski zaman cazları sample’ları, break beat’ler, dub’lar, çoğu zaman tekinsiz vokaller. İlk albüm “Blue Lines” İngiltere’nin en ilham verici kayıtlarından biri olarak seçildi basıldığı yıl. Ancak Bristol Sound patlamadı henüz.
Üç yıl sonra Tricky’nin son kez yer alacağı “Protection” albümünü çıkarttıklarında ise her anlamda müsait bir zemin üzerinde çok güçlü bir sound ile dimdik yükselmeye başladılar. Tricky’nin unutulmaz vokaliyle Karmacoma, Everithing But The Girl’den tanıdığımız Tracy Horn’un vokalleriyle “Protection” ve “Better Things” gibi şarkılar peş peşe liste başarıları yakalrken, albüm de tüm zamanların en iyileri arasında kendine tartışmasız bir yer kaptı.
’91’de Geoff Barrow, Beth Gibbons ve Adrian Utley tarafından kurulan Portishead ise, kuruluşlarının akabinde çektikleri “To Kill A Dead Man” isimli kısa film ve filmin müzikleriyle dikkat çekti hemen. Massive Attack ve Tricky gibi isimlerle stüdyodan hoşbeşi olan Barrow, caz gitaristi Utley ve bar köşelerinde vokal yaparken bu ikili tarafından vokalist olarak seçilen Gibbons, Massive Attack’ın açtığı kanala girdiler hemen. Bu kısa film gerçekten büyük dikkat çekti. Casusluk filmleri ve film noir arasında gezen görüntüler ile Portishead’in yarattığı gizemli, melankolik ses örgüsü, grubun namını okyanusun ötesine geçirdi hemen. İlk albümleri “Dummy”yi “Protection”un ardından çıkarttıklarında, daha hiç turne yapmadan onbinlerce kopya sattılar. Ama albüm de unutulmazdı. “Numb”, “Glory Box” ve benzersiz “Sour Times”e kim kayıtsız kalabilirdi ki. Gibbons’un sesi tam da buhranlarımıza denk gelmiş ve hep bir ağızdan “Nobody loves meee, it’s true, not like you dooo,” (kimse beni sevmez, senin de sevmediğin gibi) diye bağırır olmuştuk.
Sacayağının üçüncü ismi Tricky ise en çok hakkı yenendir aslında. Massive Attack tayfasından ayrılıp “Maxinquaye” gibi güçlü bir albüm çıkarttığında yükselen değer trip hop (o da bu ismi sevmez, kendisine göre bir cins blues yapmaktadır) furyasıyla liste başarısı gösterdi elbet. Ancak trip hop ya da Bristol Sound’un en üretken ismi olarak peş peşe çıkarttığı “Nearly God”, “Pre-Millenium Tensions”, “Angels With Dirty Faces”, “Juxtapose”, “Vulnerable” gibi albümler hep aynı kaliteyi tutturmuş, içerdiği deneysellikle biz müzik aşıklarına hep aynı cümleyi kurdurtmuştur; “Yazıktır bu adama”. Çünkü Tricky her daim Massive Attack ve Portishead’in gölgesinde kalsa da, her daim onlardan daha yaratıcı ve deneysel olmuştur. Bu ay çıkaracağı “Knowle West Boy”u da merakla bekliyoruz o yüzden.
Massive Attack ‘98’de çıkarttığı “Mezzanine” ile tekrar listeleri alt üst ederken aslında haketmiyor değildi tabii ki bu başarıyı. Mushroom’un ayrılmasından sonra 2003’de çıkarttıkları “100th Window” (ki gelmiş geçmiş en kasvetli albümlerden biridir bence, trip hop için bile fazla karanlıktır) ile itibarlarını korumayı başardılarsa da sadece dört stüdyo albümü verdiler müzik tarihine. Gerisi toplamalar, remix’ler, konserler.
Bu anlamda Portishead daha beter tabii. ‘97’deki “Portishead” birkaç bomba şarkı içerse de “Dummy” olamadı. Ve onbir yıl sonra gelen “Third”. Aslında üçüncü albüm, ikibinlerin son düzlüğüne girmişken usta işi bir müzik yapıyorsanız devrini tamamlamış bir türle bile her zaman dinleyici bulabileceğinizi gösteriyor. “We Carry On” ve “Machine Gun” şimdiden unutulmaz kayıtlar arasında gösterilebilir. Trip hop’u günümüze taşımayı başardılar açıkçası. Tabii Beth Gibbons’un emsalsiz sesini de çok özlemişiz.
Anılması gereken başka isimler de var trip hop denildiğinde. Coldcut, Björk, DJ Krust, Amon Tobin, Moloko, Thievery Coorporation gibi türe ara sıra dalmış ama iyi de etmiş isimler yanında, Morcheeba (onlar da Haziran’da İstanbul’daydı bu arada), UNKLE, Sneaker Pimps, Nicolette, Gorillaz, Rubin ve Howie B. gibi ismini anmak zorunda olduklarımız gibi. Ama hiçbiri bu üçlü kadar önemli de değildir açıkçası.
Neticede toz toprak dindi, yaş kemale erdi, un elendi, elek asıldı. Ancak o bahtsız ‘94’ yazında acımasızca ortaya atıverdikleri o üç albümün bünyemizde yarattığı hasar da unutulmadı. Şimdilerde geri döndüler. O günlerin hatrına dinlemek zorunda olmadığımız kadar güçlüler hem de hâlâ. Bu arada Massive Attack sadece 3D olarak yoluna devam ediyor. Daddy G ise Bristol’daki stüdyosuna kapanmış, muhtemelen bir başyapıt daha kaydetmekle meşgul. Ne diyelim, hepsini dinlemek boynumuzun borcu.
Temmuz 2008, Milliyet Sanat
👋🏼