Ska’nın Doğuşu

II. Dünya Savaşı sonrası ruhsal çöküntüsüyle Latin Amerika ve Karayip ülkelerinde refah ve huzur arayan Avrupalılar, bu ülkelere yeni bir eğlence ve müzik anlayışı da getirdiler. Konumuz ska, dolayısıyla bizi Karayipler ve Jamaika ilgilendiriyor. İngiliz kolonisi Jamaika, zaman içerisinde kendi özgün müziği mento ve Karayipler’e özgü kalipso müzikleriyle, her zaman öykündükleri İngilizler ve yeni konukları Avrupalılar’ın müzik geleneklerini karıştırarak müzik dünyasına birbiriyle kemiksel ilişkili üç tür armağan etti; ska, reggea ve dub. Bu üç tür birbirinin peşi sıra Jamaika’dan tüm dünyaya yayıldı. Şimdi bunun hikayesine bakalım.


Savaş sonrasında Jamaika’da tek değişen yeni konuklar değildi. Radyoların ucuzlaması ile hemen her Jamaikalı’nın evine radyo girmeye başladı. Jamaikalılar da kendilerine yakın Amerikan eyaletleri Miami ve Luisiana’dan yayın yapan radyo kanallarını dinlemeye. Devir rock’n’roll çılgınlığı öncesi idi.

Jamaika evlerinde blues, swing ve ikisinin hareketli ve dinamik bir karışımı sayılabilecek jump blues nameleri yükselmeye başladı. Bir süre sonra bu müziklerin evlerde yankılanması yeterli olmamaya başaldı ve kendine özgü eğlence anlayışlarıyla Jamaikalılar yeni bir eğlence sistemi yarattı; Sound System Man.

Sound System Man’ler bildiğiniz DJ’lerdir. Tek farkları kendi seyyar ses tesisatlarına sahip olmaları. 50’li yılların başında başkent Kingston’da onlarca Sound System Man türedi. Dans mekanlarında, meydanlarda Sound System partileri yapılmaya başladı. Bir plakçalar, bir lambalı amplifikatör ve 10-30 watt’lık iki kabinle mekan mekan dolaşan Sound System Man’ler, sükselerini sürdürebilmek için plak toplamak zorundaydı. Ellerine para geçtikçe Amerika’nın yolunu tutarak dönemin neredeyse tüm blues, jump blues, swing, r&b, boogie woogie ve jazz albümlerini topladılar. Daha sonra önemli ska ve reggae albümlerine prodüktör olarak imza atacak dönemin mühim DJ’leri arasında Clement “Coxsone” Dod, Prince Buster, Duke Reid, King Edward gibi isimler sayılabilir.

Birinci Dalga

50’lerin sonuna gelindiğinde plakları döndürmek yetmemeğe başladı. Ellerine enstrümanlarını alan Jamaikalı gençler, dinledikleri bu müzikleri kendi adalarının müzikal aksanıyla yorumlamaya başladılar. Bu yorum, aslında 6/8’lik blues formunun mento ritmleriyle çalınmasıydı. Ve ska doğdu. Ernest Ranglin ska isminin gitarı acayip bir biçimde tırmalamakla çıkan “Skat!” sesinden geldiğini söyler.

59-67 arasında Jamaika’da binlerce şarkı kaydedildiği rivayet edilir. Sayı ne kadar doğru bilinmez ama birkaç yıl öncenin Sound System Man’leri sazdan kulübelerden devşirme stüdyolarda günde 10-12 şarkı kaydetmeye başladılar. Dolayısıyla uzmanlaşmaya. Dönemin önemli ska müzisyenlerini sıralayacak olursak, yukarıdaki isimlere ek olarak Desmond Dekker, Skatalites, Laurel Aitken, The Toots and Maytals, sonradan bütün dünyaya reggae dinletecek Bob Marley’nin grubu The Wailers, Judge Dread, Droganaires ve Rico Rodriguez ilk akla gelen isimlerdir.

Jamaika ska’sı, ska türünün tarihçesinde birinci dalga denen süreci kaplar. Birinci dalga ska müziğinde, yoğunlukla dört etki göze çarpar; Lousiana ve Chicago blues’u, New Orleans’ın çokkültürlü müziği, Batı Yakası swing’i ve ska’nın rocksteady’ye dönüşmesine yol açacak Motown soul’u. Jamaikalılar’ın Amerika’yı sallayan rock’n’roll müziğine prim vermeyerek jazz, blues, swing, boogie woogie ve r&b gibi türlere sadık kalması, birinci dalga ska müziğinde mento’nun ritmik çeşitliliği yanında üflemelilerin ağırlıklı olarak kullanılmasına neden olmuştur.

Jamaika’nın 1962’de İngiltere’den bağımsızlığını kazanması, doğal olarak müzikte de bazı değişikliklere yol açtı. Bağımsızlık mücadelesine etkin rol oynayan rastafari’ler Jamaika’da kitleleri peşinden sürükleyen bir gruba dönüştü. Rastafari’lerin hristiyanlık yorumu ve marijuana kullanma yoğunlukları ska müzisyenlerini de etkilemeye başladı. Üzerine Amerika’da büyük çıkış yapan Motown plak şirketinin gündemi belirleyen soul müziği, 60’ların ortasında anormal sıcak birkaç yaz geçiren Jamaikalılar’ı daha düşük tempolu müzikler yapmaya yöneltti. Melodians, Maytals, Ethiopians, Desmond Dekker gibi isimlerin öncülüğünde rocksteady denilen bu tür gittikçe popülerleşti. Ve 60’ların sonlarında rocksteady’nin reggae’ye dönüşmesiyle, ska Jamaika’daki ömrünü tamamlamış oldu. Bu arada kayıt teknolojisinin gelişmesiyle iki kanallı mikserlerde kayıt yapılmaya başlanması, önce tüm enstrümanların tek seferde şarkıyı kaydedilerek  ardından vokalin üste kayıt edilmesi yöntemine olanak sağladı. Dub adı verilen bu yöntem, ilerleyen yıllarda teknolojik gelişmelerle başlı başına bir tarz olarak ortaya çıktı.

İkinci Dalga

Ska’nın ikinci dalgası İngiltere’de patladı. Karayipler’den İngiltere’ye göç eden Jamaikalılar, zaten basılması için İngiltere’ye gönderilen albümler için hazır bir Pazar oluşturular. Amerika’daki hipster’lara benzer biçimde siyahların kültürüne ve müziğine ilgi duyan mod’lar ve Karayipli göçmenlerle komşu olan İngiliz işçi sınıfı, özetle beyazlar ska müziğini böylece tanımış oldular. Ama ska’nın İngiltere’de çalınmaya başlaması 70’lerin sonunu buldu.

Bu yeniden doğuşun farklı yollardan gelen iki nedeni vardır. 70’lerin ilerlemesiyle beraber artan göçmen sayısıyla İngiltere’de gün geçtikçe muhafazakar, daha doğrusu ırkçı sesler yükselmeye başladı. Ulusalcıların başını çeken Enoch Powell ve partisi her geçen gün oy oranını arttırmaya başladı. Fakat bir gün geldi ki, İngiltere’de siyahların ve beyazların birlikte müzik yapması ve yükselen ırkçılığa karşı tek ses olması için kendini bilmezin tekinin bir sözü gerekti. 1976 yılında neredeyse bütün müzikal birikimini siyah müziğe borçlu olan Eric Clapton, Birmingham konserinde, hem de izleyiciler arasında yüzlerce siyah varken, çalmayı kesip Powell’ı desteklediğini, siyahların ülkelerine geri dönmelerinin İngiltere’nin refahı için gerekli olduğunu söyledi.

Ne olduysa bundan sonra oldu. 76-81 arasında aktif bir harekete dönüşen Rock Against Racism (Irkçılığa Karşı Rock) tepkisi, Clapton’un basiretsiz açıklamasını takiben kuruldu. Pek çok punk ve reggae müzisyeni bu hareketin eylemleri ve konserlerinde bir araya geldi. Clash, Buzzcocks, Steel Pulse, Tom Robinson, Genaration X gibi dönemin önemli toplulukları RAR hareketine destek verdi. Çok geçmeden müzikal etkilenmenin yanında UB40 gibi işsiz beyaz ve siyah gençlerin bir araya geldiğin topluluklar ortaya çıkmaya başladı.

Seneler 1979’u gösterdiğinde, punk alevinin sönmeye başlayıp, new wave gruplarının ortalığı kapladığı bir dönemde, Jerry Dammers adında bir müzisyen, punk’la özdeşleşen pogo dansından kafasını gözünü yarmaktan sıkılarak, daha eğlenceli bir müzik ve dans biçiminin olabileceğini düşünerek 2 Tone adında bir plak şirketi kurdu. Specials grubunun klavyecisi olan Dammers, Selector, Bad Manners, Swingin Cats, Madness, Bodysnatchers ve Beat gibi grupları yanına alarak İngiltere’de ikinci dalga ska devrini başlattı.

İkinci dalga ska’nın belirgin özellikleri, Jamaika ska geleneğine bağlı kalmakla birlikte, punk sonrasının uzlaşmasız şarkı sözleri ve vahşi gitar gitar akorlarını kullanması, üflemelilerin önemi ve ırkların birleşmesine vurgu yapan politik söylemidir. Hatta İngiliz ska müziğinin karakteristik sembolü siyah-beyaz satranç tahtası dokusu, ırkların birleşmesinin sembolüdür (Acaba etrafta bu kadar 2 tone dokulu malzeme satılırken, bu ayakkabıları, bu bileklikleri, bu çantaları alan yetiyetme gençlerimiz üzerlerinde ırkların kardeşliğinin simgesini taşıdıklarını biliyorlar mı diye düşünmeden edemiyorum. Ne yapayım, takıntılıyım bu pazarlama hadiselerine).

Fakat ska’nın tüm enerjisi ve olumlu mesajlarına rağmen, dans pistlerinde farklı bir ayrım ortaya çıktı. İkinci dalga ska müziğini sahiplenen iki altkültürün çatışması. İşçi sınıfının postallı, kot pantalonlu, beyaz t-shirt’lü skinhead’leri (dazlaklar) ile, modların devamı sayılabilecek, siyah-beyaz (artık buna 2 tone diyelim) takım elbiseleri, cilalı ayakkabıları ve Vespa motorlarıyla rudeboy’lar. Sahnede birleşme çağrısı yapılırken dans pistinde gruplar halinde kavgaya tutuşan bu gruplar ska gruplarının başını belaya sokmaya başladılar. Bir konserlerinde büyük bir kavga çıkan Madness grubu kara listeye alındı. Ska toplulukları çalacak hiçbir yer bulamamaya başladılar.

Durumun vehameti herhalde grupları da germeye başladı ki, ska toplulukları birer birer dağılmaya başladılar. Specials, Fun Boy Three ve tek başına kalan Dammers’ın Special AKA topluluklarına, The Beat, General Public ve Fine Young Cannibals’a bölündü. Bir tek Madness ve Bad Manners ayakta kalabildi. Ama 1981 yılına gelindiğinde İngiliz ska’sı da tarih olmuştu bile. Yine de bu kısa sürede Clash, Police, Elvis Costello gibi pek çok müzisyeni etkilediler.

Üçüncü Dalga

Ska’nın İngiltere’de kendini tasfiye etmesini takip eden günlerde, Atlantik’i aşan ses dalgaları Amerika’ya ulaştı ve Amerikalılar ska’yı keşfetti. Böylece üçüncü dönem başladı. Aslında bu dönem, ska’nın punk, hardcore, jazz, swing ve latin gibi pek çok türle füzyona girerek günümüze kadar geldiği dönemdir. Üçüncü dalga ska topluluklarının belirgin bir ortak davranışı yoktur. Ska’nın eğlenceli ritmini kullanırlar sadece.

Bu dönemin ska grupları arasında No Doubt gibi albüm satışları milyonları aşan gruplar olduğu gibi, NOFX gibi ska-punk, Fishbone gibi ska-funk, Cherry Poppin Daddies gibi ska-swing, Babylon Circus gibi ska-chanson, Mighty Mighty Bossstones gibi ska-core grupları günümüze kadar türün devamını sağlamıştır. Epitons, Skavoovie, Allstonians gibi geleneksel Jamaika ska’sı yapan, Rancid gibi 2 Tone plak şirketi düsturuna bağlı kalan gruplar da yer almaktadır. Ska-P, Mano Negra (bu ikisi ska-hispanik olarak adlandırılabilirler mi acaba?), Goldfinger, Really Big Fish, Toasters diğer önemli ska gruplarıdır.

Aralık 2006, Milliyet Sanat

👋🏼