Sadece Iron Maiden’in tıpkı eskisi gibi bir yeni albüm çıkarması nedeniyle değil, 80’lerin neredeyse tüm heavy metal gruplarının yeniden bir araya gelip dünyayı turlamaya başlaması, dolayısıyla son bir yıl içerisinde ülkemize de uğrayan efsanevi heavy metal gruplarının çokluğu şerefine artık bir heavy metal dosyası yazmak farz olmuştu.


Heavy metal denince 80’ler hatırlanır, doğrudur da, 80’ler türün altın yıllarıdır. Fakat hikaye aslında daha uzundur. Heavy metal sözcüğünün ilk kullanımı konusunda kavgaya tutuşulmuş olsa da bu ilk kullanım 60’ların sonuna tekabül eder.

New Wave of British Heavy Metal (Britanya Heavy Metal’inde Yeni Dalga) akımı gelip de hard rock heavy metal’den ayrılıncaya kadar bu iki türün nerede nasıl ayrılacağı kolay değildir zaten. Fakat neden heavy metal diye bir müzik var sorusunun yanıtını biraz daha eskide aramak gerekir.

1961 yılında yayınlanan bir albüm, başta Amerikan blues ve rock’n roll müziğini formatlayıp dünyaya satan İngiliz gençleri olmak üzere tüm beyazlar üzerinde büyük etki bıraktı. Albümün adı King of the Delta Blues Singers, sahibi de Robert Johnson’dı. Bob Dylan’dan Eric Clapton’a o sıralar müzikle ilgilenen herkesi sarsan bu albümün müzik tarihindeki etkileri pek çok yerde görülür ama konumuz heavy metal olduğu için burada konumuzu ilgilendiren kısmını ele almakta fayda var. 30’ların sonlarına doğru, bir yerde bir biçimde ölmüş, 12 şarkısı plak olarak basılmış, diğerleri raflarda çürümeye terkedilmiş, yaşamı başlı başına muamma bu adamın müziğindeki saflıktan pek çok kişi farklı esinler aldı. Ama Johnson etrafında dönen “ruhunu şeytana satma” hikayesi birilerini farklı etkiledi. Özellikle “Hellbound on my trail” (arkamdaki Cehennem) ve “Me and my Devil Blues” (Ben ve benim şeytani blues’um) kayıtlarında kendini gösteren karanlık tarafla yapılan raks hippy’lerin mutlu dünyasından sıkılan, dünyada her şeyin sevgi ve barışla kurtarılamayacağını düşünen bir grup müzisyenin olayı farklı yerden almasına yol açtı.

İlk önce Rolling Stones’un “Symphaty for Devil” çalışmasında kendini gösteren karanlık 60’ların sonuna doğru bir grup İngiliz genci için takip edilecek taraftı. Rolling Stones ve Eric Clapton’un Yardbirds’ünün Afro-Amerikan blues müziğini amplifike ve distorte edilmiş gitarlarla daha güçlü bir biçimde cover’lamasıyla başlayan bu süreç, 60’ların sonlarına gelindiğinde İngiltere’nin sanayi kenti (ağır metal de denilebilir mi acaba) Birmingham’dan çıkan iki grup Led Zeppelin ve Black Sabbath’ın güçlü müziğine kadar geldi.

Daha güçlü, gürültülü ve bozulmuş gitarlar, çapı büyütülmüş, daha çok ses çıkaran davullar ve çığıran, ortadaki güçlü ses örgüsünün üstünde kendini kabul ettiren vokaller eşliğinde onlarca alt türe ayrılmış rock müziğine bir yeni tür eklenmiş oldu, hard rock.

Hard rock’ın heavy metal’e dönüşmesine geçmeden önce tam da bu yıllarda icra ettikleri müziklerle türün (ya da türlerin, çünkü daha bir on yıl geçmesi gerekecek bu iki türün ayrılması için) alt yapısını oluşturan grupları anmakta fayda var. The Who ve The Kinks kullandıkları güçlü akorlar ve davullarla, Vanilla Fudge devrin saykolelik sound’una getirdiği yorumla, yine Clapton’ın The Cream’i distorte gitarlarıyla, Beatles özellikle Helter Skelter’daki agresif ruh haliyle ortamı hazırlamıştı.

Jimi Hendrix ve Jeff Beck gitarın kullanımında bir acayip değişiklikler yapmaya başlamıştı. Emerson Lake & Palmer ve Yes gibi grupların progresif rock çalışmaları da yeni kurulacak bazı gruplara farklı ilhamlar verdi. Dolayısıyla ilk hard rock grupları birbiri ardına kuruldu. Led Zeppelin, Black Sabbath, Deep Purple, Steppenwolf, Uriah Heep, Blue Öyster Cult ve UFO bu ilk dönem gruplarındandır.

King Crimson ve Love Sculpture gibi dönemin yeni gruplarından bazıları ise klasik müzik ve progresif rock çizgisini senfonik rock’a doğru çekerek hem 70’lerin pek çok senfonik rock grubuna yol açmaya hem de heavy metal ile klasik müziğin gelecek dönemdeki flörtüne başlangıç yapacaklardı.

Şimdi biraz hard rock ya da heavy metal’in farklı müzikal ve içerik özelliklerine bakalım. Müzik klasik gitar-bas-davul üçlüsünün yanına eklenen bir lead gitar ile karakterize olmuştur. Müziklerinde klasik müzik etkisinin ağır bastığı gruplarda klavyeli çalgılara da rastlanır ama heavy metal’in ana enstrümanı gitardır. Dominant gitar için mutlaka şarkının bir bölümünde solo bölüm ayrılmıştır. Distorte edilmiş gitarın komplike soloları, heavy metal gitaristlerinin virtüözite ve hız saplantısını da getirmiştir. Vokalistin ise tüm bu enstrümanların üzerine çıkabilecek, mümkünse birkaç oktavlık bir ses yelpazesine sahip ve şarkının içerisinde oktav oktav dolaşabilecek yetenekte olanı makbuldür. Müziğin mutlaka çok yüksek hacimle sunulması gerekir. Pek çok metal grubunun elemanlarının kulaklarının sağırlaşması bundandır.

Klasik müzikte kullanılan pentatonik gama karşılık kullanılan tritonik gama heavy metalciler özellikle rağbet gösterir. Do ve fa notalarının keskince parladığı, ana tonun uyumsuz aralıklarla bağlandığı ses örgüsü daha kötücül ve “ağır” tınlamasından ötürü heavy metal’in oluşturmak istediği sound için birebirdir. Bu yöntemle kompozisyon yapmanın Orta Çağ’da şeytani olduğu için yasaklandığını da belirmiş olayım. Heavy metal özellikle gelişim süreci ve altın yıllarını yaşadığı 80’lerde klasik müzikten çok etkilenmiştir. Bach, Paganini, Wagner gibi besteciler ve özellikle barok müzik heavy metal gruplarının saygı duyduğu başlıca klasik unsurlardır. Az sonra anlatılacak olan içerik derdi nedeniyle Gotik tınılar da heavy metal müzikte kaçınılmaz olmuştur zamanla.

Daha önce de belirtildiği gibi çiçek çocukların sevgi ve barış ile dünyayı değiştirme çabasına karşı hard rock ve heavy metal düşünsel içeriğini tam aksi yerde arar. II. Dünya Savaşı sonrasının kasvetli dünyasında çocukluğunu geçirmiş ilk dönem hard rock müzisyenleri barışın karşısına savaşı, iyiliğin karşısına kötülüğü, savaş karşıtlığının karşısına gücü, savaşı koyarak esinlerini büyük savaşlardan, mitolojiden, fantastik dünyalardan, destansı kahramanlık öykülerinden, okültizm ve parapsikolojiden aldılar. Anlayacağınız gücün karanlık tarafı ilgilerini çekti. Zarif, taytlar içindeki elflerle değil Conan’ın maceralarıyla ilgilendiler bir başka deyişle.

Heavy metal terimi nerden çıkmıştır kısaca anlattıktan sonra tarihçemize devam edelim. Terimi ilk kullanan William S. Burroughs. 1962 tarihli The Soft Machine ve 1964 tarihli Nova Express romanlarında heavy metal, uyuştucular için kullanılan bir metafordu. Ardından 1968 tarihli Steppenwolf çalışması muhteşem Born to be Wild’da “heavy metal” terimi ilk defa kullanıldı. Dönemin gruplarının isimlerinde de rastlanan türlü metaller ilgi çekicidir (Led Zeppelin – Kurşun Balon, Iron Butterfly – Demir Kelebek ve daha sonraları Iron Maiden – Demir Bakire). Sanayi şehirlerindeki yoğun fabrika gürültüleri, gitarların seslerinin yükselmesine ve daha “ağır” bir sese doğru gitti. Velhasıl artık eleştirmenler de Blue Öyster Cult ya da Jimi Hendrix’in müziklerini tasvir etmek için heavy metal’i kullanılır olmaya başladı.

Evet, nerde kalmıştık? Bu şekilde 70’lere gelindi. 70’lerin başlarında ortaya çıkan garaj grupları ve glam rock etkileriyle hard rock evrilmeye ve türlere ayrılmaya başladı. Led Zeppelin, Deep Purple ve sonrasında Rainbow büyük başarılara imza atan efsanelere dönüşmüştü artık. Yeni çıkan gruplar ise çok daha sert bir sound üretiyordu. Motörhead, Wishbone Ash, Thin Lizzy, Judas Priest, Free, Aerosmith, Nezaterh, Van Halen, Quiet Riot, Accept, Iron Maiden, Dio, Kiss, AC/DC, Scorpions derken sert rock ve ağır metal bütün dünyayı ele geçirmeye başladı. 70’lerin sonuna doğru başta punk hareketine karşı bir tavır olarak, diğer taraftan heavy metalin tanımını koyarak hard rock’tan ayrılması amacıyla yeni bir oluşum ortaya çıktı, New Wave of British Heavy Metal. Başını Iron Maiden, Saxon ve Motörhead’in çektiği bu yeni dalga gruplarla beraber heavy metal’in altın yılları da başlamış oldu.

80’ler boyunca dallanıp budaklanan heavy metal türleri ve grupları şunlardır: NWOBHM’e bağlı klasik heavy metal gruplarından yukarıdaki isimlere ek olarak Def Leppard, Whitesnake, Diamond Head ve Vardis sayılabilir. İngiliz çocuklarının çıkarttığı gürültüye kayıtsız kalmayan Amerikalı akranları da özellikle batı sahilini metal muhitine çevirdiler. Glam rock’a daha yakın olan glam metal gruplarından Mötley Crue, W.A.S.P., Twisted Sister, Dokken, Cideralla, Alice Cooper, Ratt, Poison ve Bon Jovi en ünlülerdir. Bir grup Amerikalı genç ise hadiseyi daha da hızlandırıp müziğin sesini biraz daha açtılar. NWOBHM’in yolundan giderek trash-metal’e ulaşan mahşerin dört atlısı Metallica, Megadeath, Slayer ve Testament idi. Ardından Overkill, Anthrax, Kreator, Destruction, Exodus ve Brezilyalı Sepultura geldi. Trash-metal ve zaman zaman birbirlerinin yerini alan (tanımlanması, ayırdedilmesi güç) speed-metal’de, NWOBHM kadar punk’ın etkisi de vardır. Ancak punk ve hard core’un etkisinin daha fazla gözüktüğü metal türü grindcore’dur. Napalm Death, DRI türün en ünlüleridir. King Crimson ve Rush gibi progresif rock gruplarının açtığı yoldan ilerleyerek progresif metale ulaşan Queensryche ve Dream Theatre, hız ve virtüöziteyi iyice abartarak dikkat çeken Joe Satriani, Steve Vai ve Yngwie Malmsteen, punka göz kırpan Danzig ve Suicidal Tendencies, üst üste 1 numaraya çıkan albümleriyle Guns ‘n Roses 80’lerin diğer kaydadeğer heavy metal simalarıdır. Bu arada vahşet ve ölüm hikayeleriyle nihilist atmosferler yaratan death metal ortaya çıkmış, vokaller böğürtü seviyesine, gitar ve bas pes tonlara çekilmişti. Türün en ünlüleri olarak Venom, Death, Cannibal Corpse, Deicide, Obituary sayılabilir. Death metal’in ortaya çıkışıyla pek çok alt türün yanında öne çıkan iki türümüz daha oldu, black metal ve doom. Daha çok İskandinavların benimsediği satanizme kayan black metal müzikal olarak death’den çok da ayrılmaz ama sözler daha din karşıtıdır. En önemli black metal grupları yine Venom, Celtic Frost, Mercyful Fate’dir. Burzum ve Mayhem gibi İskandinav gruplar satanizm hadisesini abartmış isimler olarak dikkat çeker. Doom metal ise death ve black metal’den daha melodik yapısı ve klavye kullanımı ile ayrılabilir. Paradise Lost, Anathema, Tiamat ve My Dying Bride önde gelen doom gruplarıdır. Bir de tabii ilkel çağların yenilmez savaşçısı Conan modelinde grup elemanlarıyla power metal grupları vardır ki Manowar ve Helloween en dikkat çekenleridir. Daha bunun gotik metali, folk metali, hristiyan metali, senfonik metali (burada Therion, Blind Guardian ve Opeth’in adı anılmaya değerdir), groove metali (burada da Pantera ve Fear Factory’yi es geçmemek gerekir), o metali, şu metali ve en sonunda nu-metali vardır. Türlerin nerde ayrıldığı, hangi grubun hangi albümünün hangi türden olduğu karışmıştır artık. Ta ki grunge gelene kadar.

Seattle’lı gençlerin kayıp kuşağın müzikal ve düşünsel dışavurumu olarak yaptığı grune’ın saflık ve doğrudanlığı karşısında kabarık saçlı, adaleli vücutlu, maço metalcilerin durumu biraz komik kaçtı gerçekten de. Grunge’ın dürüstlüğüyle heavy metal’i alaşağı etmesi birkaç yıl bile sürmedi. Başlangıçta yeraltında kalmak ve alternatif işler yapmak üzere trash metal’i ortaya çıkaran Metallica ve Megadeath bile dünya yıldızıydı artık. Ama onların yerinin sallanması da uzun sürmedi. Heavy metal bir sürü yeni yetmenin müzikle ilgilenmeye ilk başladığı yıllara eşlik ettiyse de (doğal olarak o kahramanlık öyküleri, enstrümanların bu şekilde ustaca ama haddinden fazla teknik kullanımı gençleri etkiliyordu) gençlerin ilerleyen yaşlarıyla birlikte gelişen müzik zevklerini karşılamakta hep geç kaldı tür. Hele 90’larda müzik sektöründeki hızlı gelişmelere ve farklı dinamiklere ayak diremesi yerini tutmasını bile sağlayamadı heavy metal’in. Başta System Of A Dawn, Rammstein, Tool ve Korn olmak üzere, müzik dünyasındaki gelişmelerden feyz alabilen nu-metal (ya da alternatif metal) grupları metal adının anılmasını sürdürdüler. Ancak nu-metal ile heavy metal’in arasında belirgin farklar vardı. Nu-metal, hip hop, elektronik müzik ve endüstriyel müzikten de faydalanan bir füzyon müziği iken, heavy metal ortodoks tavrını sürdürüyordu.

Gel zaman git zaman, internetin bütün dünyada artan yaygın kullanımıyla 80’lerin hızlı gençleri üçer beşer toparlanmaya başladılar farklı mecralarda. Kimi hayranı olduğu heavy metal grubuna web sitesi yaptı, kimi forumlar oluşturdu, kimi blog sayfaları hazırladı. Derken ortaya çıktı ki millet o günleri mumla arıyor. Bu sefer imzalar toplanmaya, fan grupları kampanyalar yapmaya başladı. Sadece bu sene içerisinde ondan fazla eski toprak heavy metal grubunun ülkemizi ziyaret etmesinin sebebi bu işte. 2000’lerin başından bu yana yukarıda adı sayılıp da zaman içerisinde dağılan heavy metal topluluklarının neredeyse tamamı bir araya gelip turne ve albüm çalışmalarına başladı. Müzik tarihinde pek çok örneğini gördüğümüz parasal mevzular nedeniyle bir araya gelmeler değil bunlar. Tabii ki para da tatlı. Ama bit pazarına nur yağması gibi heavy metal’e de rağbet yağıyor. Gerçi aklaşmış saçlarıyla metal kahramanlarını karşılarında gören bizim kuşak ekseriyetle aynı şeyleri söylüyor; “Bunlardan geçmiş,”. Aslında geçmiş olan onların 50-60 yaşında hala aynı eforu göstermeye çalışmaları ve hatta göstermeleri değil. Zaman geçti. Heavy metal’in zamanı da geçti. Bu noktada Iron Maiden’ın albümü kritik. Zımba gibi bir albüm yapmışlar. Tıpkı eskisi gibi. Sorun da bu zaten. Müziklerinde hiçbir değişiklik yok. Varsın dünyanın müzik zevkleri değişmiş olsun. Onlar bununla pek ilgilenmemişler. Ama Iron Maiden gibi bir devin albümü de gereken ilgiyi görmezse işte o zaman anlaşılacak heavy metal’in durumu. Ya beşer onar bin satan albümlerle marjinal bir dinleyici grubunu korumayı başaracaklar ya da yeniyetmelerin müziği öğrenme sürecine daimi katkıları devam edecek. Lordi’nin Eurovision’u kazanması bir şeylere alamet tabii. Bir de yılın en dikkat çeken albümünlerinden birine imza atan Wolfmother heyecanı var. Heavy metal ölmedi. Henüz.

Ekim 2006, Milliyet Sanat

👋🏼